Fotoğraflarda gördüğünüz iki genç adamın hayat hikayesini, kalabalık Dünya’nın kaybolan ve isimsiz kalmış tüm ruhları adına paylaşmak istiyorum.
Tarih 2 Ocak 2015…Yer: Norveç’in en güneyindeki Elle köyü… Bir fırtına sonrası kıyıya vuranları kontrol eden yaşlı bir balıkçı suyun kenarında, bir parça çimenin üzerinde bir dalgıç kıyafeti buldu. Dalgıç kıyafetinin her bir bacağından iki beyaz kemik çıkıyordu. Bunlar açıkça bir insanın kalıntılarıydı. Norveç gibi fazla kalabalık olmayan bir ülkede ölüler çabuk tespit edilse de, polis araştırmalarından hiçbir sonuç alamadı. Yöresel kayıp ilanları,ulusal kayıp ilanları ve bağlantılı olabilecek kazalar… Sonuç yok… DNA profili ile Interpol tarafından tüm dünyada aransa da, yine bir bulgu yok.. Görünen o ki, kimsenin aradığı biri değildi bu, isimsiz mezara girecek, kayıp ve görünmez bir kişi…. 1 ay sonra, Norveç polisi Hollanda polisinden bir mesaj aldı. Birkaç ay önce onlar da aynı dalgıç kıyafetinde bir ceset bulmuşlardı ve onların da bu kişinin kim olduğuna dair fikirleri yoktu. Ama Hollanda polisi dalgıç kıyafetinin içine dikili çipten iz sürmeyi başarmıştı. Sonuçta, iki kıyafetin de, iki müşteri tarafından aynı zamanda nakit olarak satın alındığını anlamışlardı, 7 ekim 2014’te, Fransız şehri Calais’de, İngiliz Manşı’nda…
Calais, Avrupa kıtasının İngiltere’ye en yakın noktası. Bir sürü göçmen ve mültecinin kampta kaldığı ve umutsuzca İngiltere’ye geçmeye çalıştığı bu noktada, iki kişinin kimliği hakkında makul bir teori ortaya çıktı ve polis de bunu öngördü. Suriye’deki savaştan kaçmışsanız, aileniz, tabii hâlâ bir aileniz kaldıysa, ister istemez nerede olduğunuzu bilemiyorlarsa ve orada, her gün gidip gelen binlercesi arasında, yasadışı olarak kalıyorsanız, bir gün kaybolursanız, hiç kimse fark etmeyecektir. Polis sizi aramayacaktır, çünkü kimse kaybolduğunuzu bilmiyordur!
Dünya’da var olan 600 milyon mültecinin yaklaşık 4 bini Calais’te kötü koşullarda yaşıyor. Burası gıdaya, suya ve sağlık hizmetlerine sınırlı erişimin yaşandığı, Avrupa’nın en kötü mülteci kampı…Sığınma talep etmek için, İngiltere’ye ulaşmaya çalışan ve umut tacirlerinin elinde telef olması an meselesi olan binlerce yurtsuz, mutsuz insan…
O insanlardan ikisiydi Suriye’li Shadi Omar Kataf ve Mouaz Al Balkhi, dalgıç kıyafetleriyle İngiltere’ye yüzerek ulaşma amacıyla Manş denizine giren ve son umutlarını canlarıyla birlikte suya mühürleyen iki kişi…
İlk olarak, Mouaz’ın hayat hikayesine bakalım. Şam’da 1991 yılında doğmuştu. Orta sınıf bir ailede yetişmiş ve babası Suriye’deki muhalefete üye olduğu için, 11 yılını hapiste geçirmiş bir kimya mühendisiydi. Babası hapisteyken, Mouaz tüm sorumluğu alıp 3 kız kardeşine bakmış bir yandan da elektrik mühendisi olmak için Şam Üniversitesi’nde eğitimine devam etmişti. Suriye savaşından birkaç yıl sonra, aile Şam’dan kaçıp komşu ülke Ürdün’e gelmişti. Babaları Ürdün’de iş bulmakta problem yaşamış, Mouaz da eğitimine devam edememişti, sonunda dedi ki: “Aileme yardım etmek için yapabileceğim en iyi şey eğitimimi tamamlayabileceğim bir yere gidip, iş bulmak.” Böylece Türkiye’ye geldi ancak üniversiteye kabul edilmedi. Ürdün’ü mülteci olarak terk ettiği anda geri girmesi yasaktı. O da amcasının yaşadığı İngiltere’ye gitmeye karar verdi. Cezayir ve Libya dan sonra, insan kaçakçısına İtalya’ya botla geçirmesi için ödeme yaptı ve ordan da Dunkirk’e geldi; İngiliz Manş’ında Calais’nin tam yanındaki şehir. Hayatta olduğunu bildiğimiz son gecesini Dunkirk tren istasyonunun yakınındaki ucuz bir otelde geçirdi. Ertesi gün, Calais’ye gitti, saat akşam 8’den birkaç dakika önce bir spor mağazasına girdi, yanında da Shadi Kataf vardı. Birlikte dalgıç kıyafetleri satın aldılar. Mouaz ile Shadi’ nin nasıl karşılaştığı bilinmese de öykülerinin dramatik gelişimleri benzer. Shadi de Şam’ da doğup büyümüştü. Lastik tamir dükkanı işletmiş, sonra da bir baskı şirketinde çalışmıştı. Geniş ailesiyle yaşıyordu, fakat savaşın başlarında evleri bombalanmıştı. Böylece aile Şam’ın Yermük mülteci kampı diye bilinen bölgesine kaçtı. Yermük Dünya’da yaşanacak en kötü yerlerden biri. Ordu tarafından bombalandılar, etrafları kuşatıldı, IŞİD tarafından baskına uğradılar ve bir yıl boyunca erzaklardan mahrum bırakıldılar. 2014’de orayı ziyaret eden bir BM yetkilisi dedi ki: “Hiç çimen kalmayana kadar bütün çimi yemişlerdi.” 150 binlik nüfusun sadece 18 bininin hâlâ Yermük’ de kaldığı sanılıyor. Shadi ve kız kardeşleri orayı terk etseler de, yaşlı ebeveynleri orada kaderleriyle başbaşa kaldı. Shadi ve kız kardeşlerinden biri Libya’ya kaçtılar. Bu Kaddafi’nin düşüşünden sonraydı ama Libya tam bir iç savaşa dönüşmeden önceydi. Libya’nın kaos öncesinde, kalan son istikrarlı günlerinde, Shadi dalış dersleri aldı ve zamanının çoğunu su altında geçirdi. Okyanusa bütünüyle aşık olmuştu. Ağustos 2014’ün sonlarına doğru artık Libya’da kalamayacağına karar verdi, arzusu İtalya’ya vardığında, orada dalgıç olarak iş bulmaktı. Ama gerçekler o kadar kolay değildi…Eylül ün sonlarına doğru, Fransa’da bir yerlerde sokaklarda yaşıyordu. 7 Ekim de Belçika’daki kuzenini arayıp kendi durumunu anlattı. Dedi ki: “Calais’deyim. Sırt çantamı ve laptopumu buraya getirmene ihtiyacım var. İngiltere’ye geçmek için insan kaçakçılarına ödeyecek kadar param yok, ama bir dalgıç kıyafeti satın alıp yüzeceğim.” Kuzeni tabii onu yapmaması için uyarmaya çalıştı ama Shadi’nin telefonunun şarjı bitti ve telefonu bir daha hiç geri açılmadı. Shadi’den kalanlar yaklaşık 3 ay sonra bulundu, 800 kilometre ötede, Norveç’te.. Bu araştırma ve yaşam öyküleri Norveç’li muhabir Andres Fjellberg tarafından ortaya çıkartıldı ve aktarıldı…
Çoğumuz için daha iyi bir yaşam, daha sağlıklı olmak, sevdiklerimizle daha çok vakit geçirmek, daha fazla kazanmak ve huzur olsa da, savaş bölgesinden kaçan mültecilerin durumu farklı. Onlar haysiyetlerinin iadesini ve yeniden bir yaşama başlamak istiyorlar. Onlar için daha iyi bir yaşam, güvenliklerinin korunması, evlerinin bombalanmaması, çocuklarının eğitim alması ve insani yaşam gereksinimlerini karşılamak sadece… Ve hayatlarını hiçe sayıp, çaresizce yaptıkları umuda yolculuktan pek azı sağ çıkıyor… Belki Shadi ve Mouraz a sorma imkanımız olsaydı, onlar da muhtemelen “evet” diyeceklerdi: “Bu riske değer”…
Size 21. yüzyıl hakkındaki en önemli ve acı gerçeği hatırlatmak isterim, o da 22. yüzyılı bunu okuyan hiçbir kimsenin göremeyeceği gerçeği! Sürekli ölümü düşünerek yaşamak ne kadar sağlıksızsa, daha iyi bir hayat için risk almamak ve kum saatinden hızla akan zamanı harcamak o kadar sağlıksız…
“Riske değer” gördüğünüz her anın gerçek olması dileğiyle, Yunus Emre ile bitirmek istiyorum:
“Ana rahminden geldik pazara
Bir kefen aldık döndük mezara”
Mutlu bir Pazar günü dileğiyle , sevgilerle…💝
Hayat… 😔 Kalemine sağlık canim. Kayıp oldugunu düşündüğümüz bazı hayatlar belki de sadece gorevlerini yerine getirmek, örnek teskil etmek icin bu hayata geliyorlar.. üzücü, içsel sorgulamaya neden olan bu hayatları bize aktardigin için çok teşekkürler 😘🤗💜
BeğenBeğen