AMATÖR RUHLU PROFESYONELLER

Türkçe’ye geçerken farklı bir yapıya, anlama bürünmüş binlerce kelime vardır belki ama içlerinde bir tanesi var ki gerçekten çok yazık olmuş. Latincede “sevme”nin karşılığı “amare”. İşini sevgiyle yapan, yaptığı işe hevesli, meraklı kişi için de “amatorem” kelimesi kullanılmış. Biz bu kelimeyi “amatör” şeklinde alıp “bir işi para karşılığında yapmayan” gibi nötr tanımlarla birlikte “beceriksiz, “acemi” gibi son derece olumsuz manalar vermişiz ve üstte dediğim gibi çok yazık etmişiz. Çünkü “işine aşkla bağlı”, “parayı birinci sıraya almadan bir işi yapma” gibi anlamlar vereceğimiz herhangi bir kelimemiz yok. Keşke asıl anlamıyla almış olsaydık. Ben bu yazıda “amatör”ü bizdeki anlamıyla değil de kelimenin asıl anlamıyla kullanacağım.

Sanayi Devrimi sonrası değişen dünyada, yapılan tüm işlerde ön-koşul “profesyonellik” olmuş ve bu şart hala devam etmekte. Profesyonellik işin içine girdiğinde ise merkezde “para”, “menfaat” gibi parametreler yer alıyor. Dünyanın en masum varlıkları neden çocuklardır, çünkü onların sevgisi de, sözleri de sahte değildir. Bir şeyi, bir kişiyi seviyorsa gerçekten seviyordur.İşte çocuklukta hakim duygu “amatör”lüktür. Bu yüzden de hepimizin en güzel anıları o yıllara aittir.

Bugün sanat, edebiyat, spor ve hatta siyaset gibi mutlaka “profesyonelce” bakışla iştigal edilmesi telkin edilen alanlarda toplumun saygı duyduğu, efsane mertebesine ulaştırdığı herhangi bir ismin olmamasının nedeni de “amatörlük”ten uzaklaşmaktır. Eskiden de bu alanlarda insanlar para kazanıyordu ama merkezlerinde maddiyat yoktu. Mesela:

ŞİİR

Kurtuluş Savaşı devam ederken ordu içinde İstiklal Marşı yazılması için dönemin Maarif Vekaleti’ne yani Milli Eğitim Bakanlığı’na bir talep gönderilir. Bakanlık da bunun üzerine kazanana 500 lira ödül verilecek bir yarışma tertip eder. Yarışma için 724 şiir gönderilir, jüri içlerinden 6 tanesini seçip milletvekillerine dağıtır, aralarından birinin seçilmesi için. Dönemin Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Tanrıöver bu şirlerin hiçbirini beğenmez. Bu arada da sırf para ödülü var diye Mehmet Akif Ersoy’un yarışmaya katılmadığını öğrenir. O yıllarda Burdur milletvekili olan Mehmet Akif’e bir mektup yazıp kendisinin yarışmaya katılmasını rica eder. Tabii Mehmet Akif’in şiiri kabul görülür ama Akif 500 lirayı almak istemez. Fakat bu ödülü alma zorunluluğu olduğu için parayı alıp Dar’ül Mesai adındaki özellikle çocuk ve kadınlara meslek öğreten, o yıllarda cephedekiler için elbise diken vakfa bağışlar. Bununla da yetinmez Akif ve tüm şiirlerini topladığı Safahat adlı kitabına “O artık halkın eseridir” diye İstiklal Marşı’nı koymaz.

EDEBİYAT

1964 senesinde Jean Paul Sartre, Les Mots (sözcükler) adlı yapıtıyla Nobel ödülü almaya hak kazanır. Sartre bu ödülü reddederken şöyle bir açıklama yapar: “Ben eserimi yaratırken yeterince ödül aldım. Nobel bana bir şey katmaz, tam aksine beni aşağıya çeker. Nobel ödülü, tanınma peşinde olanlar içindir. Ben yaptığım her şeyi severek yaptım, en güzel ödül buydu.”

SPOR

Beni tanıyanlar bilir, iyi bir Galatasaraylıyımdır 🙂 Tuttuğum takımın en efsane futbolcusu Metin Oktay 1957 yılında o dönemin Fenerbahçeli zenginlerinden Müslüm Bağcılar ile bir gazinoda buluşur. Müslüm Bağcılar kendisine bir boş bir çek uzatır ve “rakamı kendin yaz, yeter ki Fenerbahçe forması giy” der. Bunun üzerine Metin Oktay tarihe geçecek şu sözü söyler: “Bizi sevenleri üzmeyelim baba, bizi sevenlere ihanet etmeyelim”. 

Bu anekdotu bilen ve o yıllardaki “profesyonel anlayış”a özlem duyan Galatasaray taraftarları endüstriyel futbolun dinamiklerine tepki göstermek adına şöyle bir pankart açmışlardı.

SİYASET

Fikirleri, ideolojisi, siyasi hayatındaki yaptıkları, başarıları, başarısızlıkları tartışılabilir olsa da Türk siyasi tarihinde “dürüstlük” denilince ilk akla gelen kişi sanırım Bülent Ecevit’tir. Rahmetlinin aşçısının anlattığı şu anekdotu okuyup da “bu kadarı olmaz” diyecek çok fazla kişinin olmayacağını düşünüyorum:

Başbakanlık konutuna taşındığında, beni çağırıp:

– Evladım, burası benim evim ve devlet bana maaş veriyor. Bütün yediğimiz, içtiğimizin parasını benden alacaksın. Sakın ola, devletin tek zeytin tanesi boğazımdan geçmesin. Ben de çok dikkat edeceğim ama sizden bu konuda çok hassas olmanızı rica ediyorum demişti. Bir gün kahvaltı yapılacak ve peynir yok. Her nasılsa ihmal etmişiz. Gittim bizzat kendisinden peynir almak için para istedim. Bütün ceplerini karıştırdı, para çıkmadı. Rahşan hanım bir tasın içinde, o zaman iki buçuk lira vardı, buldu, verdi… Gözyaşlarıma engel olamamıştım…

Hikaye doğrudur ya da değildir o kısıma bakmıyorum esasında. Sonuçta Ecevit yoksul bir aileden gelmiyordu ya da beş parasız biri değildi elbette. Dikkatimi çeken nokta, devletin kendi ailesinin iaşesi için ayırdığı bütçeyi kabul etmemesi. Ki bunun başka bir örneği de duyumlarla değil bizzat kendisinden şu şekilde yer almıştı:

Ecevit, 1997 yılında iktidara geldiğinde Mercedes marka makam otomobilini reddederek önce partisine ait Kartal’a, daha sonra zırhlı Tempra’ya, en son olarak ise Renault Safrane marka yerli otomobillere binmişti. Ecevit, yerli otomobil tercihiyle ilgili olarak şunları söylemiş, geçmiş gazetelerden baktığım kadarıyla:

“Biliyorsun, hiçbir zaman yabancı araba kullanmadım. Bundan sonra da kullanmayacağımı herkes bilir. Vaktiyle meclis, parti başkanlığı için Mercedes bir araba vermişti. Reddetmiştim. Sonra Başbakan olunca yine bir Mercedes tahsis ettiler. O zaman da reddedince bir Renault Safrane verdiler. Pekâlâ rahat ve güvenli. Güvenlik açısından zırhlı olması istenince Odalar Birliği Başkanı Fuat Miras’la görüştüm. Sadece yabancı bir arabanın ön camının yenisinin milyarlarca lira olduğunu ve Türkiye’de zırhlı araba yapımının çok daha ucuza çıkarabildiklerini söyledi.”

Bugün parti ayırt etmeksizin böyle bir anlayışla karşılaşmak mümkün mü? O yüzden New York Times, Ecevit’i tanıtırken şöyle bir ifade kullanacaktı:

”Mr. Ecevit was unusual among turkish politicians in the simplicity of his lifestyle. He was never accused of participating in the corruption that plagues his country’s political and economic life.” (Sayın Ecevit, sade bir hayat tarzı ile Türk siyasetçiler arasında alışılmadık bir kişilikti. Ülkesinin politik ve ekonomik hayatını çepeçevre kuşatan yolsuzluk suçlamalarına hiçbir zaman maruz kalmamıştır”.

https://www.nytimes.com/2006/11/06/world/europe/06ecevit.html

Yukarda sadece birkaç tanınmış isim, amatör ruhtan kopmadan da profesyonel olabileceğini bizlere gösteriyor. Aynı şekilde Sabahattin Ali, Baba Hakkı, Lefter, Fikret Mualla, Adnan Kahveci ve adını sayamadığım binlerce kişi tam da benzer yaklaşımlarından dolayı her dönemde hasretle yad edilecektir.

Yaşamın her alanında amatör ruhumuzu kaybetmediğimiz profesyonel yaşamlar görme dileğiyle, iyi Pazarlar..

Sevgilerle 💖❄️

5 Comments

  1. Diline sahip çıkan, kimliğe değer veren, ödül para karşılığı beklemeden üreten insanlara saygı olarak algıladığım yazı sok değerli…
    iki dil ustasını örnekleyerek metni zenginleştirmek, anafikri canlandırıyor….
    Oktay Sinanoğlu’nun kitabınden alıntı: 8 Kasım 1938. Yaverini yanına sağıran Atatürk:
    -Ama dile sahip çıkmaya asla bırakmayın. Dilimizi bir kese kaybedersek, çabalarımız boşa gider…
    Teşekkürlerimle…

    Liked by 1 kişi

  2. Karlı bir hava, kahvem ve seni okumak.. ne güzel yazmışsın, ne güzel anlatmissin . Gençlere, yeni baslayan elemanlarima naçizane tavsiyem hep ” yaptığınız isi merak edin” dir. Merak edin ki, her ogrendiginiz size ait olsun .. çünkü “ait” hissederseniz ondan kolay kolay vazgezmeyip, hakkını vererek yaparsiniz.. amatör ruh eskimesin, profosyenellestikce maddiyat degil, tecrübe konuşsun.. kalemine saglik cancagizim 🙏💜

    Liked by 1 kişi

  3. Elifcim kalemine emeğine sağlık. Üzerinden gelip geçtiğimiz fani dünyada geride bir iz bırakabilmek , insanlığa topluma kalıcı mesajlar vermek ,manevi anlamda tam anlamıyla koşulsuz sevgi ve fedakarlıkla mümkün olur. Bazı İnsanlarda bencillik , hırs maddi güç ve servet isteği ağır basarken , belki bir elin parmakları kadar az kişide bunun tam tersidir. Bu yüce ve arınmış ruhla ileri gelişmişlik düzeyine sadeleşerek ulaşan insanlara mahsustur. İşte en güzel örneği yüzyılda bir gelen 57 yıllık kısa yaşamında halkına armağan ettiği tüm kazanımları demokrasi ve Cumhuriyeti yaptığı devrimleriyle daimi liderimiz ATA ‘ mızı saygıyla ve rahmetle anıyorum.

    Liked by 2 people

  4. Yaziniz yine dort dortluk olmus ozellikle verdiginiz orneklerle; bir Galatasarayli olarak essiz Metin Oktay ve Bulent Ecevit gibi ornek insanlarin varligi bu ulkede daha cok ozlenecek ve boyle insanlarin sayisinin azligi uzucu bir gercek.

    Liked by 1 kişi

Yorum bırakın