PROTESTO KÜLTÜRÜ

Latince kökenli, Batı dillerine ve dilimize de geçmiş olan “testis” kelimesi “tanıklık etmek” anlamına gelir. Bir rivayete göre Eski Roma mahkemelerinde tanıklık etmek için erkekler sağ elini testislerine götürür öyle yemin ederlermiş. Kadınların zaten şahitliği geçerli olmadığı için de “testis” kelimesinin bu ritüelden türediği görüşü vardır. Bu düşünce sonradan uydurulmuş olsa bile kelimenin kullanım alanına baktığımızda “tanıklık” ile “erkeklik” arasında bir ilinti kurulduğu çok açık. “Protesto” kelimesi de “testis”ten türemiş ve “birinin lehinde tanıklık etmek” manasını vermek için ortaya çıkmış. Bazı kelimelerin zıt anlamı verilerek değişime uğraması enteresandır. Mesela Arapça kökenli “şafak” kelimesi o dilde “güneşin batış zamanını” anlatmak için kullanılırken Türkçede “güneşin doğuşu”nu belirtmek için kullanılır. “Protesto” da her ne olduysa (muhtemelen Martin Luther’in kilisenin kapısına astığı manifesto sonrasında) anlam değişmesine uğrayıp “lehte tanıklık” yerine, “aleyhte tavır almak” manasında kullanılagelmiş. Yani “haklı” olduğunu düşündüğün bir konuda, “haksızlık” eden tarafa karşı duruş sergilemek. Belki Martin Luther’in yaptığı gibi eleştirmek ve karşı tez üretmek, belki de bir firmanın ürününü kullanmamak… Bizde maalesef “bilinçli eleştiri” yapılamadığı için belli bir protesto kültürüne de sahip değiliz. Bu yüzden de protesto denilince aklımıza: tepki gösterilen ülkenin bayrağını, en ufak kağıt parasını yakmak gibi vandallıklar; bir firmaya tepki gösterildiğinde o firmadan çok, o firmanın ürünlerini kullananlara karşı höykürmeler (Starbucks protestoları) veya şu an İçişleri Bakanı olan ve geçmişte memleketim Tekirdağ’ın valiliğini yapan zat-ı muhterem gibi “Coca-Cola’yı protesto ediyorum” diyerek onun ikamesi olduğunu düşündüğü ama aynı firmanın ürünü olduğunu bilmediği ya da unuttuğu “Fanta”yı içmek gibi abukluklar geliyor.

Eski zamanlarda lonca teşkilatı diye örgütlü bir oluşum varmış. Hemen her sektör bugünkü Esnaf ve Sanatkarlar Odası gibi bir loncaya bağlıymış, kasap loncası, berber loncası, fırıncı loncası gibi. Her loncanın da başında “Ahi Baba” bulunurmuş. Ahi Baba’nın asli görevi, loncasına bağlı dükkanların halka iyi hizmet sunup sunmadığını denetlemek gelen şikayetlere göre yaptırım uygulamak. Mesela bir mahalle fırınında ekmeğin gramajına dair veya fırıncının müşterilere karşı kötü davranması veya ekmeğin içinde sürekli istenmeyen bir şeyler çıktığı şikayeti geliyor. Ahi Baba yanına loncasına bağlı zabıtaları alıp o şikayet edilen fırına gidiyor, fırıncının ayağındaki pabucu alıp dükkanının üstüe koyuyorlar ve tek kelime etmeden oradan ayrılıyorlar. Hiçbir para ya da kapatma cezası verilmiyor. Ama o pabuç da oradan inmiyor. Halk biliyor ki bu fırında bir “usulsüzlük” yapılmış. Tabii oradan bir daha alışveriş yapılmıyor ve sahibi de bir süre sonra dükkanına kilit vurmak zorunda kalıyor. “Pabucu dama atılmak” deyimi de böylesi durumlardan sonra ortaya çıkmış. Ne dükkan yağmalanıyor, ne fırıncıya darp uygulanıyor, ne de damda ayakkabı olmasına rağmen bir süre daha fırından ekmek alan kişilerle tatsız münasebetler yaşanıyor.

Protestoda bana göre önemli iki unsur var:

1) Şiddetin hiçbir türü (sözlü veya fiziksel) olmamalı

2) Protestoda zarar görmesi gereken taraf “ben” ya da “sen” değil, “o” olmalı.

“Belediyenin hizmetlerini protesto ediyorum” deyip toplu taşıma araçlarına, oturma banklarına, tesislere zarar vermek, “devlet okulu”ndaki öğretmen/müdür/rektörü istemediği için derslere girmemek, protesto yürüyüşlerinde, gösterilerinde güvenlik güçleriyle çatışmak, para vererek satın aldığın kolaları dökmek  v.s doğru ve sağlıklı yaklaşımlar değil.

Tüm bunların yanında İsrail-Filistin arasındaki gerilimin bizim ülkemizde özellikle “protesto” anlamında yansımasını gözlemlediğimde, Türk toplumunun geri dönüşü olmayan bir ayrışmanın içinde yer aldığına üzülerek tanıklık ediyorum. Aynı topraklarda yaşayan ve bir “millet”i oluşturan insanların dünya görüşü, inancı, olayları yorumlayışı, bilgi-birikimi, folkloru, estetik ve eğlence anlayışı elbette farklıdır ve bu kimi zaman zenginlik olarak bile değerlendirilebilir. Ama bu insanları birleştiren ortak bir “isim”, ortak bir “gün”, ortak bir “vicdan”, ortak bir “heyecan”, ortak bir “amaç” ya da ortak bir “gelecek” olmak zorundadır. İşte ayrışmanın en tehlikelisini bu noktada yaşıyoruz. Ülkenin yarısı başta Atatürk olmak üzere kurucu kadroya saygı duyarken yarısı hakaret ediyor. Ülkenin yarısı Cumhuriyet Bayramı’nı kutlarken, yarısı “Hayırlı Cumalar” diyor. Ülkenin yarısı demokrasi, adalet, eşitlik, özgürlük derken diğer yarısı “bana kadar demokrasi, özgürlük, eşitlik, adalet” diyor. Ülkenin yarısı kadın voleybol takımının başarılarına sevinirken, diğer yarısı lanetler okuyor.

“Ülkenin yarısı” ne yazık ki “ülkenin yarası”. Sırf diğer “yarı” ile ortak noktada olmamak için her geçen gün ateist sayısı artıyor. Filistin’de yaşananlar vicdanını tetiklese bile “yarı” ile aynı çizgide olmamak adına dile getirmiyor. Hatta İsrail’i desteklediğini söyleyen hiç de azımsanmayacak insan var. Yani yarın çıkıp AKP Genel Başkanı: “İsrail haklıdır” diye açıklamada bulunsun, bugün “Filistin de Filistin” diye -güya- ağlayanların İsrail bayrakları asacağından şüphemiz yok, örneklerini gördük de, işte diğer “yarı” da hemen Filistin’in yanında olduğunu dile getirecek.

Starbucks, Coca-Cola v.s protestolarının sağlıklı bir zemine oturmadığı aşikar. Öyle olsa mesela başta Mercedes olmak üzere çoğu Alman firmaları İsrail destekçisidir. Zaten Almanlar, Yahudi Soykırımındaki sicillerinin bozuk olmasından dolayı konu İsrail olunca direkt onları destekler pozisyona geçiyorlar. Her neyse, bu Starbucks goygoycuları ya da “Doğrudan veya dolaylı şekilde zalimlere, katillere, isgalcilere ya da onları destekleyenlere destek olmak haramdır” diye fetva veren ve bu şirketleri hedef gösteren Diyanet İşleri Başkanı Mercedes’e binmekten vazgeçti mi? Herhangi bir yerde Mercedes’ini yakanı gördünüz mü? Coca-Cola da protesto ediliyor. Hatta TBMM’de de yasaklanmış. Yakın zamanda kendi elleriyle “teşvik” verdikleri Coca-Cola’nın Türkiye’deki temsilcisi Anadolu Grubu. Aynı grup TOGG’un da en büyük hissedarlarından biri. Hadi yakılsın TOGG’lar. TOGG’u olanlara saldırsın bu Starbucks grubu.

Geçtiğimiz hafta Meclis’e şöyle bir önerge geldi: “İsrail-Filistin olayları başladığından beri Türkiye’den İsrail’e 259 ticaret gemisi gitti. Sahibi de sosyal medyada “Yıkılasın İsrail” paylaşımı yapan AKP Hatay Belediye Başkan Adayı. Bu gemilerde neler taşınmıştır? Savaşı etkileyecek herhangi bir unsur var mıdır araştırılsın” diye, tabii ki klasik Meclis gerçeği: “AKP ve MHP oylarıyla reddedildi”. İşte bu ve buna benzer durumlar olunca yani “samimiyet testi”nde bir kere daha başarısız olunca ayrışma çizgileri daha da kalınlaşıyor.

“Yarı”ların “yarın”ları karartmaması umuduyla

İyi Pazarlar.

1 Comment

Yorum bırakın