Bana göre dünyanın en sağlam yazarları Rus toplumundan çıkmıştır. Dostoyevski, Tolstoy, Gogol, Çehov, Gorki, Lermantov, Turgenyev, Soljenitsin, Nabakov ve daha niceleri… Ruslar bu isimlerin hepsiyle gurur duyuyorlar ama içlerinden bir tanesini “sevgi” anlamında çok farklı bir yere koyuyorlar. O kişi Aleksandr Puşkin. Rusya’da “ulusal şair” ve modern Rus edebiyatının kurucusu olarak kabul edilen Puşkin, dünyaca ünlü besteci Çaykovski’nin de bestelediği Yevgeni Onegin adlı eseri sekiz senede yazmış ve bu yapıt Rus edebiyatının ilk romanı olmuştur. Yaklaşık 400 sayfa olan bu romanın en büyük özelliği aynı hece ölçüsü ile yazılmış olmasıdır. Yani aslında Yevgeni Onegin “romanlanmış şiir”dir. Türkçeye ilk çevirisinin bile 17 yıl sürdüğü söylenilen böyle bir başyapıtı ortaya çıkaran Puşkin’i İlber Ortaylı “Bir Ömür Nasıl Yaşanır” kitabında “Dil dehası” diye tanımlar. Yukarda saydığım, birçoğunu sayamadığım Rus yazarların hepsi Puşkin’den etkilenmiş, kendisine saygı ve hayranlık duymuşlardır. Mesela Dostoyevski, Moskova’da Puşkin anıtının açılışı esnasında yaptığı konuşmada Puşkin’i peygamber olarak gördüğünden söz eder. Dünya edebiyat tarihinin en çarpıcı, en çok okunan eserlerinden olan Tolstoy’un Anna Karenina’sının ilham kaynağı Puşkin’in kızıdır. Nazım Hikmet’in: “Ömrüm boyunca bir tek şiir çevirdim Türkçeye” dediği ve: “Yeryüzünde batısı, doğusu, kuzeyi, güneyi içinde sevdiğin dört şair say deseler, bu dörtten biridir” diye eklediği şairdir Puşkin.

Puşkin, eşini çok sever ve onu çok kıskandığı rivayet edilir. Eşinin Fransız devriminden kaçıp Rusya’ya gelen Baron d’Athens ile yasak aşk yaşadığı söylentisi etrafa yayılmıştır. Puşkin de d’Athens’i o dönemin tabir-i caizse modası olan düelloya davet eder ve o düello sonunda da hayatını kaybeder. Böylesine duyguları ve kalemi kuvvetli bir insan nasıl “düello” gibi son derece ilkel bir duygunun/uygulamanın esiri olur, bunu anlamak güç. Demek ki hırs, kıskançlık, kaybetme korkusu gibi olumsuz hisler devreye girince ne kadar yüce meziyetlere sahip olsan da defoların ortaya çıkıyor ve akli melekelerini naftalinleyip kışlıkların arasına kaldırıyorsun…
Bizim Puşkinlerimiz yok ama özellikle seçim dönemlerinde hırsı, kıskançlığı, koltuk sevdasını ayyuka çıkaran “pişkin”lerimiz var. Mesela bir dönem AKP’de, iki dönem CHP’de, toplamda kesintisiz 15 senedir Hatay Belediye Başkanlığı görevini icra eden ve bu seçimde gene CHP’den aday gösterilen Lütfü Savaş. Depremde yerle bir olan, onbinlerce insanın öldüğü, onbinlerce binanın yıkıldığı Hatay’da bırakın yargılanmayı ödül olarak gene şehrin idaresi için aday gösterilen Lütfü Savaş… Ya hadi bu adam aklını, vicdanını bir tarafa koyup adaylık başvurusunda bulundu, neden CHP Genel Merkezi’nde karar mercilerinden herhangi bir kişi: “biz ne yapıyoruz! insanların acıları, öfkeleri dinmemişken dalga geçer gibi nasıl olur da aynı kişiyi ‘umut’ olarak sunabiliriz” demedi? İsterse bütün Hatay bu kişinin akrabası olsun, ondan başka hiçbir kişi o şehirde kazanamasın gene de onur, ilkeli duruş, vicdan gibi erdemli duyguları öne alır Lütfü Savaş’ı aday göstermezsin. Belki bir şehri kaybedersin ama duruşundan ödün vermezsin. Ama işte lanet olası siyasette ilke, onur, ahlak gibi kavramların yeri yok. Her şey “öteki”nin önüne geçmek üzerine kurulmuş.
Zamanın birinde seçim dönemi yaklaşmış, politikacılar halkın nabzını tutmak için köy köy, kasaba kasaba dolaşmaya başlamış. İktidar partisinden ya da o şehri yöneten partiden bir grup bir köy kahvesine gelip halkın dertlerini dinlerken, o köyde bilge ruhlu orta yaşı geçmiş bir adam söze girmiş ve siyasetçilere soru sormaya başlamış:
– Sigara içer misiniz?
– Hayır amca, sigaraya karşıyız.
– Alkol kullanıyor musunuz?
– Hayır, ağzımıza bile sürmeyiz zira günahtır
– Kumar oynar mısınız?
– Hayır, bizim olduğumuz yerde kumar oynanmaz
– Peki ikinci eş, metres gibi işleriniz var mı?
– Sümme haşa, harama yan gözle bile bakmayız
diye cevap gelince bilge amca yapıştırmış cevabı:
– Madem hiçbir masrafınız yok, neden bu kadar çalıyorsunuz?
Bu olay yaşanmış mıdır, sokak efsanesi midir, yoksa sıradan bir fıkra mıdır bilmiyorum. Eskilerin “masraf” anlayışının “sigara, alkol, kumar” gibi bugün için basit görülebilen şeyler olmasını bir tarafa koyarsak sahiden de bir insan neden siyasette aktif olmak ister? Ben ilçe olarak Sarıyer Belediyesi’nin sınırlarındayım. Mevcut belediye başkanı CHP’den üç dönemdir yani 15 senedir görevde. Muhtemelen gene aday olup kazanacak ve 20 sene boyunca bir ilçeyi yönetmiş olacak. Kardeşim bile olsa herhangi bir yerin idareciliğini onlarca yıl yapmasını istemem, çünkü bu kadar uzun süre yönetimde olursan orada rant, yolsuzluk ya da yorgunluk olmaması kaçınılmaz. Nasıl olmuşsa 1999’dan beri Eskişehir’in Belediye Başkanlığını yapan Yılmaz Büyükerşen’i aday göstermemişler, hayret. İşin tuhaf kısmı Allah uzun ömür versin 87 yaşına gelmiş, profesör titri de bulunan Yılmaz Büyükerşen, kendisinin aday gösterilmemesini eleştirmiş, el insaf! 25 senedir neyi yapamadın da 5 senede yapmayı umuyorsun?
Örneklerimi sadece CHP üzerinden verdim çünkü Bektaşi fıkrası gibi. Bektaşi’nin önüne iki şarap şişesi koymuşlar ve sormuşlar: “İç bakalım hangisi güzel” diye, ilk şişeden bir yudum alan Bektaşi, diğer şişeyi gösterip “bu daha güzel” demiş. “İyi de daha onu tatmadın ki” diye söylendiklerinde de “bundan daha kötü olması mümkün değil” demiş. Kılıçdaroğlu’nun adaylığı tartışılır, çoğumuza göre yanlıştır, umut kırıcıdır ama gene de utanç duyulacak bir karar değildir. HDP, DEVA, Gelecek Partileri ile işbirliği mevzusu eleştirilebilir hatta kızılabilir ama mecburi bir durum olarak ele alınıp biraz esneklik gösterilebilir. Uzun dönemdir parti bünyesinde aktif görev alınması eleştirilebilir, kızılabilir ama biraz olsun göz ardı edilebilir. Ama Lütfü Savaş’ı aday göstermenin açıklaması olamaz. Bu alenen seçmenle dalga geçmek ve “bizden bir nane olmaz” demenin manifestosudur.
Bektaşi misali “AKP-MHP koalisyonundan daha kötüsü olamaz” diyordum ama özellikle Lütfü Savaş “pişkin”liğinden dolayı CHP’yi de onların yanına koyma vakti geldi..
İyi Pazarlar
1 Comment