Dünya siyasi tarihinde ülkelerin, örgütlerin, grupların, tarihe mal olmuş kişilerin sembolizme başvurduğuna sıklıkla tanıklık ederiz. Kimi zaman ülkeler arasında yapılan antlaşmanın imzalandığı yer (Mondros Ateşkes Antlaşması’nın Agamemnon gemisinde imzalanması gibi), kimi zaman bir antlaşma maddesi (1533 yılında Osmanlı ile Avusturya arasında imzalanan ve maddeleri arasında Avusturya Arşidükünün, Osmanlı Sadrazamına denk sayılması bulunan İstanbul Antlaşması gibi. Bu psikolojik madde Avusturya cephesinde o kadar huzursuzluk yaratacaktır ki, Osmanlının gücünü kaybetmeye başladığı yıllarda iki ülke arasında imzalanan Zitvatorok Antlaşmasına “Avusturya Arşidükü, Osmanlı Padişahına denk sayılacaktır” maddesi koydurulacaktır), kimi zaman bir davette giyilen kıyafet ile (Mustafa Kemal Atatürk’ün Sofya’da askeri ateşe olarak görev yaptığı dönemde Bulgar Dışişleri Bakanlığı kostümlü bir balo organize etmiş, Atatürk de davet edildiği bu baloya yeniçeri kıyafeti giyerek katılmıştı. Nihayetinde Mustafa Kemal bir Osmanlı askeriydi ve yakın dönemde bağımsızlığını ilan eden Balkan devletleri aralarında anlaşıp Osmanlıya savaş açmışlardı. Bir dönemler Avrupa için güç ve korku unsuru taşıyan “yeniçeri” figürü üzerinden bir mesaj verme isteğinde olan Atatürk, o meşhur balo sonrası İstanbul’a içinde şu satırların yer aldığı bir mektup gönderecekti: “Baloda hemen hemen herkes kıyafetimle ilgilendi, bana sorular sordular bendeniz de yeniçeri tarihinden ve Türk zaferlerinden geniş bilgiler vermek fırsatı buldum”), kimi zaman parmaklar aracılığıyla (zafer işareti, bozkurt işareti, Hitler selamı -bu işaret bugün Almanya, Slovakya ve Avusturya’da ceza gerektiren bir suçtur-belirli mesajlar verilmeye çalışılır. Mesela Sırpların yüzük ve serçe parmağı kapatıp baş, işaret ve orta parmağı açık tutarak yaptıkları, kökeni dini olsa bile sonradan siyasallaşan meşhur “çetnik selamı” basit bir görsel ifadenin çok ötesindedir. Bosna soykırımı esnasında sırf bu işaret üzerinden birçok Boşnak’ın yüzük ve serçe parmakları kesilmiştir. Boşnak kahvelerinin içildiği fincanlarda kulp olmamasının nedeni de budur. Kulp olmadığı için de iki parmakla fincan tutulduğunda “hilal” görüntüsüne atıf yapılır.


Örnekleri çeşitlendirmek ve çoğaltmak mümkün. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, bu sembollere genelde rekabet ya da düşman ülkeler/toplumlar/gruplar arasında yaşanan huzursuzluk dönemlerinde başvurulur. Dün Lyon’daki Türk konsolosluğu (gelen tepkiler sonrasında kaldırdığı) Lyon başpiskoposuna yapılan ziyaretin fotoğrafını paylaştı.

Fotoğrafta da görüldüğü gibi Türk konsolos, normalde yukarı şekilde kaldırılan, “tevhid parmağı” da denilen işaret parmağını belli ki başpiskopasa çaktırmadan yere doğru kaldırmış. İyi niyetli bir poz olmadığı çok açık, öyle olmasaydı zaten gönderi hemen silinmezdi. Fotoğrafta konsolosumuz kendi zekasına göre bir kompozisyon yaratmaya çalışmış, başpiskoposun bir adım önünde durup işaret parmağını da sembolik olarak kullanarak “hilal-haç savaşı”nda hilalin önde olduğunu vurgulamak istemiş. İyi halt etmiş! Artık bu hareketi ile dikey büyümeye geçip daha büyük makamlara getirilir. Başbakanken: “Monşerler bize diplomatik açıdan ne yapılması gerektiğini söylemesin. Biz bu ülkeye ne yakışıyorsa yapmaya devam edeceğiz. Bu konuda değerli kardeşim Esad’ın ziyaretinden çok memnun olduğumu belirtmek istedim” diye açıklama yapan bir Cumhurbaşkanımız var. O’nun ve ekibinin “diplomasi”den anladığı da bu işte. (Bu arada “kardeşim Esad” da çok manidarmış) Zamanında “monşer” diye dalga geçilen, halktan kopuk denilen o donanımlı, farkındalık sahibi, görev yaptığı yerlerin kültürünü bilen, dünyadan haberdar, halk tabiriyle oturmasını, kalkmasını bilen insanlar yerine Türkiye’nin vitrinin yüzünde şu fotoğraftaki tipler yer alıyor. Nasıl bir zeka, nasıl bir mantık, nasıl bir duygu insanı bu hale getirir, anlamakta zorlanıyorum. Fransa ile bizim bilmediğimiz bir savaş mı var da mesaj verme kaygısı güdüyorsun? Hayır bir de ziyaret edilen değil, ziyarete giden tarafsın. Bırak diplomasiyi, en basit görgü kurallarında bile misafirliğe gittiğin yerde ev sahibinden -mecazi de olsa- her hareketinle bir adım geri durursun. Mecazı geçtim, konsolosumuz gerçek anlamda bir adım öne geçerek (burayı Devlet Bahçeli diksiyonu ile okuyun) “ne yapmak, nereye varmak istemektedir”
Konsolosu tanımıyorum, eğitimini, birikimini araştırma ihtiyacı da duymadım. Ama çoğu diplomatın, konsolosun tercümanlar eşliğinde dolaştığını biliyoruz. Normalde bu görevlerde olan kişilerin minimum 2-3 dil bilmesi gerekirken evrensel dil olan İngilizceyi bile bilmeden görev yapan konsolosların varlığından haberdarız. Mesela bir Rotterdam konsolosumuz vardı, ilkokul ingilizcesi ile iletişim kurmaya çalışan. Böyle mi olmalıydı? Sadakat’in, liyakate galebe çaldığı hangi ülke ilerleme göstermiş ki? Diyanet de geçtiğimiz aylarda bu durum için fetvamsı bir şeyler yayınladı zaten. Şöyle diyor Diyanet: “Torpille işe girmek hoş değil ama kazanç helaldir”. Kafalarına göre din icat etmişler, kendileri çalıp kendileri oynuyor; sadece kendileri ve yandaşları iman ediyor, öyle müthiş bir din. Ben de Müslümanım ama bunların diniyle benim inandığım dinin hiçbir ilgisi yok. Sözlerim daha da ağırlaşmadan burada bitireyim…
İyi Pazarlar
Anneler gunun kutlu olsun Elif. Bu baskonsolos bozuntusu maalesef bana gectigimiz aylarda gorevini tamamlayan Washington Buyukelcimizi hatirlatti. Bu ulkenin her yanindan davet edilen vatandaslarimizin yaninda bircok saygin kimselerin onunde bir veda konusmasi yapti ve topu topu 3 dakika suren konusmayi ezberleyememis adam, arkasindan esi takildiginda yardim ediyordu. Ulkemiz icin yurekler acisi ve utandirici bir diplomatik durum bence. Yazindaki bu konsolos da ayni kalipdan cikmis biri ve adamin one cikip resim cektirmesi nasil bir dusuncenin onculugunu yapiyor belli. Iyi Pazarlar dilerim. Aydin Erturk
Sent from my T-Mobile 5G Device Get Outlook for Androidhttps://aka.ms/AAb9ysg ________________________________
BeğenBeğen