Her defasında tebessümlerle izlediğimiz, bana göre Türk sinemasının en kült eseri olan Hababam Sınıfı’nın oyuncuları bir bir hayata veda ediyor. En son iki gün evvel filmdeki en küçük oyuncu, Hababam’ın “bacaksız” dediği Tuncay Akça kahkahalarını bizlere miras bırakarak aramızdan ayrıldı. Hepsinin mekanı cennet olsun, hayatta olanlara da Allah sağlıklı, uzun ömür versin.

Hafize Ana, Mahmut Hoca, İnek Şaban, Damat Ferit, Tulum Hayri, Güdük Necmi, Bacaksız ve daha niceleri… Hiçbiri aramızda değil. Hababam bana hep çocukluk dönemimi hatırlattığı için o kadrodaki her kayıp çocukluğumun da eksilmesine sebep oluyor.
2024 Paris Olimpiyatları sona erince filmdeki Şener Şen’in canlandırdığı Badi Ekrem’in “ben bu yaz nerdeydim” ile başlayan tiradı geldi aklıma. 1976 yılında Montreal’de yapılan olimpiyatlarından bahsederken: “Düşünün bütün milletlerin marşı çalındı ama bizimki… bizimki… Bayrağımız direğe çekilmedi” repliği. Hiç altın madalya alamadan, İstiklal marşımız okunmadan 64. olarak bitirdik olimpiyatları. Sportif başarının boy aynası olimpiyatlardır ve biz de boyumuzun ölçüsünü çok güzel aldık. “Şahlanıyoruz”, “uçuyoruz”, “bütün ülkeler bizi kıskanıyor” paranoyasının gerçek göstergesi bu tip organizasyonlardır. Çünkü buralara kerameti kendinden menkul TÜİK gibi kurumlar el atıp manipülasyon yapamıyor. Madalya sıralamasının ilk basamaklarındaki ülkeler (belki Çin hariç) bugün fırsat bulsa çoğu insanın yaşamak isteyeceği yerler. Bu durum bana ortaokul yıllarında öğrendiğimiz fizik prensibini anımsatıyor: “Bileşik Kaplar Kanunu”. Ne diyordu bu kanun: birbirine bağlanmış, birleşmiş ve aynı basınç altında olan kaplardaki sıvı seviyesi, kabın şeklinden bağımsız hepsinde aynıdır. Bu kanunu sosyoloji üzerinden değerlendirirsek, bir ülkenin “genel” standartları ne ise “özel” alanlarında da aynı şeyi yaşarsın. Yani ülkede liyakat yoksa, kurumların içi boşaltılmışsa, adam kayırmacılık, partizanlık her yerde geçer akçe ise sporda da, sanatta da, ekonomide de, eğitimde de v.s v.s başarı sağlayamazsın. Ve hepsinde de ortalama olarak aynı seviyedesindir.
Ülkenin dört bir yerinde ormanlar yanıyor. İzmir’in merkezi mahvolmuş durumda. İnsanlar duman soluyor. Ve biz her yangın sonrası “neden yangın söndürme helikopterleri ve uçakları yetersiz” sorusunu soruyoruz. NASA, küresel ısınmanın da etkisiyle özellikle Kuzey Yarımkürede orman yangınlarının artacağı konusunda binlerce defa uyarılarda bulundu. Her sene bir önceki yıla göre yaz sıcaklığı artıyor ve biz her sene ülkenin muhtelif yerlerinde çıkan yangınlara karşı nasıl önlem alınamadığını görüyoruz. Merkezi yönetim, yerel yönetim ayırt etmeksizin büyük bir ihmalkarlık, iş bilmezlik var. Ve özellikle İzmir’de bunlar yaşanırken, yani resmî verilere göre 30’a yakın evin yanıp kül olduğu, binlerce hektar tarım arazisinin kullanılamaz hale geldiği, birçok iş yerinin zarar gördüğü, altısı itfaiye görevlisi yaklaşık 30 kişinin ciddi şekilde yaralandığı vahim bir olay yaşanırken İzmir milletvekili zat, Meclis’te “kürsü dokunulmazlığı”nın hakim olduğu yerde bir başka milletvekiline yumruk atıyor… Eski Türk filmlerinde meşhur bir tema vardır: kocası vefat etmiş ya da terk etmiş kadın, çocuklarına bakabilmek için pavyonda ya da daha kötü yerlerde çalışır, çocuklarına da “fabrikada çalışıyorum” diye yalan söylerdi. İzmir halkının hali, ahvali umurunuzda değil biliyoruz da bari “yalandan” da olsa insan seçildiği şehire gider en azından yangın söndürme çalışmalarını yerinde izler, “halkımızın yanındayım” mesajını verir. Hoyratlığa o kadar alışıldı ki, bunu bir de marifetmiş gibi pazarlıyorlar.
E işte bileşik kaplar yasası… İnstagram’ı kapatmakla, ölen Hamas lideri için yas tutmakla, gıyabında cenaze namazı kılmakla, başka ülkelerin içişlerine karışmakla, ülkenin içinde bulunduğu durumdan endişe duyan vatanseverleri terörist ilan etmekle, hapise atmakla uğraşana kadar; eleştirilere, önerilere kulak kabartmazsan, hiçbir tedbir almazsan, kadroları liyakat sahibi insanlar yerine üç dönem boyunca vekil olduğu halde yemin töreni hariç hiçbir zaman söz alıp kürsüye çıkmamış, tek bir önerge vermemiş, sırtındaki “dokunulmazlık” zırhı ile külhanbeyi edalarında devletin en mahrem alanı olan Meclis’te sağa sola öfke saçan insanları doldurursan ekonomin de, adalet sistemin de, sporun da, sanatın da dibi görür.
İşte geçtiğimiz günlerde bir sokak röportajında söylediklerinden dolayı genç kadını direkt attılar içeri. Ben videodaki son söylediklerini tasvip etmiyorum tabii. Hangi siyasi partiye oy veriyor olursa olsun kızıyor olsan bile hakaret etme hakkın yok. Aynısını karşı taraf yapıyor olsa bile. Kötü olan şu: Burada bir fikir paylaşımı yaparken bile “başımıza bir şey gelir” korkusuyla kelimeleri bin defa imbikten geçirip öyle cümle kuruyoruz, adamdaki rahatlığa bak! Hiçbir gücün kendisine ceza vermeyeceğini bilerek milletvekiline saldırıyor. Madem bu kadar kendine güveniyor, gidip olimpiyatlarda boks yapıp madalya getirseydi ülkeye 🙂
Gündeme dair yazmaktan sıkıldığım için iki hafta yazı eklemedim, gene gelip siyasete girdim. Ne yazık ki üçüncü dünya ülkelerinde en çok konuşulan konu siyaset oluyor, herhalde düzgün işleyen bir sistem olmadığı için. Gelişmiş ülkelerin gündemine bakıyorum, insanların konuştuğu şeylere, gel de gıpta etme! Şu ülkede öyle bir olay düşünün ki siyasetten bağımsız olsun. Ben henüz bulamadım…
İyi Pazarlar
1 Comment