Günümüz Türkiye’si başta iktidar partisi olmak üzere “büyüklük hastalığı”na tutulmuş vaziyette. Avrupa’nın en “büyük” adalet sarayı Çağlayan’da yer alırken, bununla yetinilmeyip Ankara’ya dünyanın en “büyük” adalet sarayını açmak için çalışmalar devam ediyor. Tuhaf olan ise Adalet Bakanı ve iktidarın diğer temsilcilerinin bu yapıları övünçle anlatması. Oysa insan bu tarz binaların “büyük” olmasından utanmalı. Demek ki adalet sistemin o kadar berbat ki böyle büyük bir alana ihtiyaç duyuyorsun. Nitekim geçtiğimiz hafta Bursa’daki Adalet Sarayı’nın içinde cinayet işlendi. Nasıl bir güvenlik sistemi varsa, insanlar içeri silah sokabilmiş. Avrupa’nın en “büyük” şehir hastanesi gene büyük bir coşkuyla Ankara’da açılmıştı. Hem de ülkedeki kalifiye doktorlar bir bir ülkeden ayrılırken. Cumhuriyet tarihinin en”büyük” camisi olan ve isminin başında da “büyük” yer alan Çamlıca Camisinde de doğru dürüst namaz kılan yokmuş. Yani ülkede herhangi bir konuyla ilgili büyük sorunlar mı var, o zaman en “betonsever” yanımızla hemen “büyük” sıfatını ekleyerek bir yapı inşa etmek. Adalet yok ama en “büyük” adalet saraylarımız, Sağlık sistemi can çekişiyor ama “büyük” hastanelerimiz, cemaati olmamasına rağmen “büyük” camilerimiz var. Vaziyet böyle olunca ülkenin önde gelen mağaza zinciri de “büyük olduğu için ucuz, ucuz olduğu için büyük” sloganıyla kendi tanıtımını yapıyor. Halbuki bir işletmenin, kuruluşundan itibaren vurgu yapacağı ilk kelime “kalite” olmalıdır. Yukardaki kamusal yapıların “esas olanı” kamufle etmesi gibi özel teşebbüs de benzerini yapıyor. Nitekim Tarım ve Orman Bakanlığı’nın kamuyla paylaştığı sağlığı tehlikeye sokacak derecede üretim yapan firmaların yer aldığı “taklit veya tağşiş” listesinde bu “büyük” firmaların kendi ürünleri de yer alıyor. Ve elbette herhangi bir cezaya, yaptırıma tabi tutulmuyorlar.
“Büyüklük” mü, alın size büyüklük: Türkiye’de “büyük” bir gıda terörü var. Üreticiden başlayıp satıcıyla devam eden, denetimi yapılmayan, hepimizin yaşam kalitesini minimuma indiren terör…
Hormonlu tavuklar, ilaçlı süt ürünleri, genetiği değiştirilmiş sebzeler… Artık günlük beslenme rutinimizin olağan parçaları haline gelen bu ürünler, insan fizyolojisini yavaş yavaş tahrip ediyor. Üreme sağlığından bağışıklık sistemine, hormon dengesinden hücre yapısına kadar her şey bu “gıda terörü”nden nasibini alıyor.
Peki ya çocuklarımız? Büyümekte olan bedenleri, bu zehirlerin en büyük kurbanı. 10 yaşında, kansere yakalanan bir çocuk görmek artık şaşırtıcı değil. İstatistikler, son 20 yılda çocuk kanseri vakalarında %40’lara varan bir artışı gözler önüne seriyor. Bir çocuğun hastane koridorlarında harcadığı her dakika, bizim için utanç vesikasıdır…
Ana akım medya tarafından haber değeri taşımasa da özellikle Avrupa’ya ihraç edilen gıda ürünlerinin geri gönderildiğine dair bilgileri sosyal medya üzerinden bulmak kolay. Avrupa Birliği’ne üye ülkelerin gıda güvenliğini kayıt altına almak için kurulan RASFF, kendi sitesinden hızlı bir şekilde her gün raporlama sunuyor. Türkiye için iki gün öncesinden geriye dönük şekilde sunulmuş bildirimler:
Eğer link açılmazsa, aşağıdaki giriş linkinden, ülke listesinden Türkiye’yi seçebilirsiniz:
https://webgate.ec.europa.eu/rasff-window/screen/search

Sadece iki gün önce İtalya’ya, Fransa’ya, Norveç’e gönderilen çeşitli gıda ürünleri, nedenleri de belirtilerek geri gönderilmiş. Genel olarak rapor edilen üç neden Salmonella, pestisit, aflatoksin oranlarının aşırılığı. Geri gönderilenler elbette iç piyasada satışa sunulacak ve şanslıysak bunlara ulaşabileceğiz. Şanslıysak diyorum, çünkü bu ürünler kontrole tabi tutulacağı bilindiği için -güya- özen gösterilerek hazırlananlar, bir de yurt-içi pazara sunulanları hesap edin. Yurtdışına acımayan, bize neler yapmaz…
Oysa istenilirse çok basit yöntemlerle bu terörün üstesinden gelinebilir. Öncelikle sıkı denetimler yapılacak, hiçbir şekilde esnek olunmaksızın cezalar uygulanacak. Üreten, aracılık yapan, satan v.s herkes bu cezadan nasibini alacak. Nasıl ki bazı hastalar için yeşil ya da kırmızı reçeteli ilaçlar sadece uzman hekimler tarafından veriliyor, aynı sistem tarım ürünleri için kullanılan ilaçlara da uygulanabilir. Arazinin büyüklüğü, elde edilebilecek ürün miktarı aşağı yukarı tespit edilir ve sadece ziraat mühendislerinin yazacağı reçete ile üreticiler yeterli miktarda pestisit gibi kimyasallara ulaşabilir v.s…
Seçim dönemleri meydanlarda, hemen her Salı günü Meclis grup toplantısında kafasına göre istediğini “vatan haini”, “terörist” diye ilan eden ismi çok da lazım olmayan insanlar bu ülkeyi çok düşünüyorlarsa önce bu terör ile başa çıkmanın yollarını arasınlar!
Türkiye, verimli topraklarıyla dünyaya bereket sunabilecek potansiyele sahip. Ama bu ancak sağlıklı, sürdürülebilir bir tarım politikasıyla mümkün. Gıdamız temiz olsun, suyumuz berrak, toprağımız verimli olsun istiyoruz. Bu, sadece bugünümüz için değil, yarınlarımız için de bir zorunluluktur.
Burnumuzun dibine kadar getirdiğimiz halde kokusunu duyumsayamadığımız domatesin, salatalığın, maydanozun ve bilumum besinin kokusuna, gerçek tadına varacağımız günleri görmek dileğiyle…
İyi Pazarlar
1 Comment