KÖPEKLEŞMEK VE KEDİLEŞMEK

İngilizceye başlayanların “deyim” olarak ilk öğrendikleri sanırım (kelimelerin basit olmasından dolayı) “it’s raining cats and dogs” ifadesidir. Hatırlıyorum, öğretmen bu cümleyi kurup ne anlama gelebileceğini sorduğunda hep bir ağızdan “kedi ve köpek yağıyor” demiştik (öyle de zeki bir sınıftık 🙂 ) İnglizce öğretmenimiz tebessüm edip deyimin anlamının “yağmurun bardaktan boşalırcasına yağması” olduğunu söyleyince çok şaşırmıştım (buraya bir parantez açmak istedim. Türk Dil Kurumu da dahil çoğu yerde “bardaktan boşalırcasına” değil de “bardaktan boşanırcasına” ifadesinin doğru olduğu kabul ediliyor. “Boşanmak” kelimesine ek anlamlar verilmiş olsa bile mesela ben ömrü hayatımda “bardağı/bardaktakini boşant” ya da “boşantmak” diye bir söz duymadım. Haliyle doğrusunun “bardaktan boşalmak” olduğunu düşünüyorum) Şaşkınlığım bir süre devam etti. “İngilizce eğer böyleyse, en basit kelimeler olan kedi, köpek, yağmak üçlüsü bir araya geldiğinde bambaşka bir anlam oluşturuyorsa bu dili öğrenmem imkansız” diye düşünmüş, odaklanma problemi yaşamıştım. Tabii zamanla Türkçe derslerinde “mecaz anlam”ın, “deyim”in ne olduğunu öğrenince bir aydınlanma geldi. Öğretmen o gün derste bu deyimin hikayesini anlattı mı, hiç hatırlamıyorum. Farklılıklar gösterse de en bilinen hikaye şöyle: İngilizler, kedi-köpek gibi evcil hayvanları kamıştan yapılmış tavanda besliyor. Yağmur şiddetli yağdığında da bu çatı kayganlaşıyor, kedi ve köpekler de aşağıya düşüyormuş. 

İnsanlık tarihinin en başarılı evcilleştirme öyküleri olan kedi ve köpek, sadece evcil hayvan olmaktan öte, farklı karakterlerin, yaşam tarzları ve davranış kalıplarının sembolü haline gelmiştir. Mesela “genellikle” köpekler “sadakat”in somutlaşmış halidir. Bir köpek için sahibinin sözü kanundur; açlık, yorgunluk, hatta kendi içgüdüleri bile bu sadakati sarsamaz. Sahibi “dur” dediğinde duran, “bekle” dediğinde saatlerce bekleyen, “yeme” dediğinde aç kalmayı göze alan bir bağlılık… Kediler ise bağımsızlığın ve özerkliğin temsilcileridir. Bir kedi asla “sahip” kavramını kabul etmez; olsa olsa “birlikte yaşadığı insan” vardır. İlişkisi karşılıklı çıkar ve fayda üzerine kuruludur. Mama kabı boşsa protestosunu yüksek sesle dile getirir, ilgi görmek istediğinde yaklaşır, yalnız kalmak istediğinde uzaklaşır. Yani insan bir köpeğe “sahip” olabilirken, bir kediye ancak “hizmetkar” olur.

Dünya siyaset sahnesine baktığımızda, insanların sınıflandırılması çoğu zaman karmaşık sosyolojik ve ideolojik ölçütlere dayanır. Ben çok daha basit bir ayrım yapmayı deneyeceğimr. İstisnalar olsa da , bazı özel sayılabilecek durumlarda geçişler yaşansa da genel itibariyle iki tip seçmen vardır: “Köpek mizaçlı seçmen” ve “Kedi mizaçlı seçmen.” Bu ayrımı yaparken, yalnızca siyasi davranışları değil, aynı zamanda insanların siyasal sistemlere olan yaklaşımlarını da çözümlemede kolaylık sağlayacak kanaatindeyim.

“Köpek mizaçlı seçmenler”, belirli bir lidere veya ideolojiye sadakatle bağlıdır ve bu bağlılığı sorgulamazlar. Siyasi partilerin işleyiş mekanizması, adeta bir “köpek eğitim merkezi” gibidir. Parti içi demokrasi söylemleri bir yana, gerçekte beklenen tek şey vardır: Koşulsuz itaat. “Parti büyüklerimiz en doğrusunu bilir”, “liderin dediği doğrudur”, “parti çizgisinden şaşmayız”, “tatava yapma bas geç” gibi söylemler, aslında seçmeni “köpekleştirme” çabasının yansımalarıdır. Çünkü ülke, ideoloji farketmeksizin yeryüzündeki bütün siyasi partiler için ideal seçmen, “köpek mizaçlı seçmen”dir. Bu seçmen tipinin oyunu garanti altına aldığında, artık performansı, icraatları ya da vaatlerini yerine getirip getirmemesi ikincil önem taşır.

“Kedi mizaçlı seçmen” ise tam tersine, her karara, her politikaya şüpheyle yaklaşır. Onların talepleri, eleştirileri ve beklenmedik davranışları liderleri zor durumda bırakabilir. Ancak bu bencil ve eleştirisel tutum, aynı zamanda demokrasinin çok önemli bir dayanağıdır. Kedi mizaçlı seçmenler, liderlerden hesap sorar, politikaların sorgulanmasını sağlar ve demokratik mekanizmaları canlı tutar. Onlar, sadece çıkarlarına değil, aynı zamanda toplumun genel faydasına da odaklanırlar.

Modern siyasetin en büyük paradokslarından biri, “demokrasi” söylemi ile “köpekleştirme” pratiği arasındaki çelişkidir. Bir yandan demokratik değerlerden, düşünce özgürlüğünden, eleştirel düşünceden bahsedilir; diğer yandan seçmenden beklenen, bir köpek gibi itaatkar olmasıdır. Parti mitinglerinde görülen toplu tezahüratlar, eleştiriye tahammülsüzlük, farklı görüşlere karşı saldırganlık, hep bu “köpekleştirme” sürecinin sonuçlarıdır.

Günlerdir iktidarı, muhalefeti kafa kafaya vermiş onbinlerce askerin, öğretmenin, doktorun, polisin, yaşlının, gencin, kundaktaki bebeğin ölüm emrini vermiş şeref yoksunu bir caniden medet umup “toplumsal barış” kisvesi altında irin saçıyorlar. Parti ayırt etmeksizin toplu bir şuursuzluk, ahlaksızlık hakim. Sene-i devriyesi gelmemiş seçim döneminde AKP, MHP seçmeni, özelde CHP, genelde altılı masayı kastederek “bunlar Apo’ya özgürlük verecek”, “DEMleniyorsunuz”, “CHP belediyeleri kazanırsa sayaçları okumaya terör örgütü mensupları gelecek” diye propaganda yapanlar, şimdi o sözleri sanki onlar söylememiş gibi pişkince davranıyorlar. Seçim dönemi yaptığım paylaşımlara DEM eleştirisi yapıp aklınca laf soktuğunu zannedenleri şimdi de görmek isterim ama ses çıkarmayacaklarından eminim, çünkü kıvıracak tarafı yok. Keşke o gün yapılan eleştirilerden dolayı özür dileme nezaketinde bulunulsa ve “size söylüyorduk ama bizimkiler daha beter çıktı” olgunluğuna ulaşılsa. Gerçi siz alışkınsınız, yakında “Katil Apo” yerine “Halfetili Abdullah Amca” bile dersiniz 🙂 ”Düşünebiliyor musunuz Devlet (her iki manada da) “Terör ile iltisaklı” diye Mardin Belediye Başkanlığı görevinden alınıp yerine kayyum atanan Ahmet Türk ile dostane görüşebiliyor. Adam suçsuzsa neden yerine kayyum atıyorsun, yok eğer suçlu ise terörist ile neyin uzlaşısına, pazarlığına varıyorsun? Vatandaşı olmasan, içinde yaşamasan izle izle gül… Absürd mizahta bile bu kadar absürd durum olmaz. Satın aldıkları gazetecilere de büyük puntolarla yazdırıyorlar, neymiş efendim Apo için “bebek katili” demenin kimseye faydası yokmuş. 1993 senesinde Siirt’in bir köyünde çoğu çocuk ve kadınlardan oluşan 37 kişiyi köyün meydanına dizip tek tek öldüren kana susamış insanımsıların liderine ne diyecektik acaba? Gidin o sözde hümanist fikirlerinizi şehit ailelerinin evine gidip söyleyin. İnsanları zehir saçan dillerinizle yönlendirip şehit cenazesine katılan Kılıçdaroğlu’na saldırtabiliyorsunuz ama. Hadi şimdi gidin herhangi bir şehit evine, yanınıza da alın Abdullah Öcalan’ı: “yapmış bir hata, bir daha yapmayacak, eğer yaparsa ağzına biber süreceğiz” deyin. Ne anlatıyoruz ki zaten: İstanbul Belediye Başkanlığı seçimlerinde İmamoğlu’nu kastedip: “Pazar günü Sisi’yi mi seçiyoruz Binali Bey’i mi” diyen, sonrasında Sisi’yi davet edip keyifli keyifli sohbet eden, bir gün “Esad”, diğer gün “Esed” olan, Fethullah için “dön artık bitsin bu hasret” deyip sonrasında bir numaralı terörist ilan eden, İsrail’e sözüm ona posta koyup deniz ticaretine devam eden, Mavi Marmara’ya katılanlar için “giderken bana mı sordular” diyen, “AKP artık PKK’laşmıştır” diye meydanlarda bağırıp sonrasında aynı yola baş koyan tuhaf insanlar

CHP’nin yönetim kadrosu da onlardan farklı değil. Özgür Özel çıkmış “yeni süreci destekliyorum” diyor, Yıllardan beri Kürt siyasi hareketi sözde “solcu”ları davar gibi güdüyor. Hiçbir derdimiz yok, tek derdimiz Kürt sorunu. Asgari ücretler belirlendi, kendi ekonomistlerinin bile 1.67 falan belirlediği Aralık ayı enflasyonu 1.03 açıklandı, Memur, emekli yarın sofraya ne koyacağını düşünüyor, Özgür Özel de iktidarın kayığına binmiş, kalbi de kü(r)t kü(r)t diye atıyor. Asgari ücretliler, emekliler, memurlar yani Türkiye’nin nerdeyse çoğunluğunu oluşturan grubun birincil önceliği olan “ekonomi” konusunda bir ayrım var mı? Mesela Türk’e verilen asgari ücret, Kürt’e verilenden daha mı fazla? Mahkemeye, hastaneye, okula gittiğinde “sen Kürtsün hakların şöyle” mi deniyor? Kürt diye ihale mi alamıyor, özel sektörde işe mi giremiyor, pazardan meyve sebze mi alamıyor? Nedir yani Kürt meselesi, kaç kişiyi etkiliyor? Kırklı yaşlardayım, bu topraklarda “Türk olma”nın en ufak faydasını, ayrıcalığını görmedim. Eğer şu satırları okuyan bir “Kürt Milliyetçisi” (burası önemli, Kürt değil Kürt Milliyetçisi) varsa, neyden mahrum kaldığını söylerse sevinirim. Zira o kadar düşünüyorum tek bir anlamlı farklılık göremiyorum. Geçmişte yaşanmıştır, onlar da büyük sorunlar değil. Kürtçe isim alınamıyormuş, ne bileyim Diyarbakır Cezaevi’nde işkence yapılmış. E aynısını Metris’te solculara, Mamak’ta ülkücülere yapmışlar. Tabii o zaman internet yok, haber yok, zannediliyor ki tek mağdur olan Kürtler. Oysa ilgisi yok, Devlet, doğrudur yanlıştır, orantılıdır orantısızdır bu kısmını konuşuruz, ayırt etmeksizin herkese benzer muameleyi yapmış. “Hizmet gelmedi” denilse bu da kusurlu çünkü Ankara’dan sonraki hiçbir şehre doğru dürüst yatırım yapılmamış. Yani hatalı bir politika var ama bunun ırksal bir nedeni yok. Her neyse, işte çıkıyor görüntüler, sabah akşam “Kürtler olarak eziliyoruz”un propagandasını yapan DEM’in vekillerinin çocukları bırak Doğu’yu, Türkiye’de bile durmuyorlar. Parislerde, Milanolarda zevk-ü sefa içinde hayat yaşıyorlar. İsteyen istediği yerde yaşasın, istediğini de yapsın beni ilgilendirmiyor da ortamı germenin, sanki böyle bir sorun varmış gibi davranıp büyük büyük konuşmanın anlamı yok. Kürtlere bugün özerklik verelim hatta devlet kursunlar, Sivas’tan sınır çizelim ve diyelim ki: “Batıda bugüne kadar Kürtler eziliyor diyen herkes yeni kurulacak ülkeye gidecek”, DEM milletvekili, parti yetkilisi, bu yapay sorunu harlayan bir kişi bile gidip yaşamaz. Tıpkı Avrupa’da yaşayıp “Almanya bitti, siz çok şanslısınız ‘Erduvan’ gibi lideriniz var” diyenlere “niye orada yaşıyorsun o zaman dönsene ülkene” dediğinde “çok istiyorum da kurulu düzenimiz var” diyen tipler gibi bu ayrılıkçı Kürtler de aynı sözleri söylerler. 

Daha önce bir yazımda söylemiştim, bir daha tekrarlayayım: CHP bana, bize Atatürk’ten miras. Ama bu demek değil ki her yaptıklarına onay vereyim. Bu blog sayfalarında en çok CHP eleştirisi yapmışımdır. “Suçun şahsiliği” ilkesini bir tarafa koyuyorum ama takip edebildiğim kadarıyla Atatürkçülerin oylarıyla kazanılan belediyelerde Atatürk düşmanları göreve alınıyor. Yıllarca Genel Başkan Yardımcılığı yapmış, Diyarbakırlı olduğu ve sürekli bölge hakkında yeri geldiğinde TSK’yı suçlayıan yeri geldiğinde terörist cenazelere katılan ama ne hikmetse seçimlerde İstanbul’dan aday gösterilen, Kürdistan propagandası yapan adamın yetkilerle donatılarak bu partide işi ne? Belediyeler Kürdistan dyor, gençlik kolları Kürdistan diyor “bu nedir” diye sorunca da “ama AKP’de şöyle şöyle yaptı” cevabı geliyor. Atatürk ilke ve inkılapları, ne bileyim modern dünyanın sorunları, ilkeli duruş falan değil de kendilerine standart olarak AKP’yi alıyorlar. İnsanların aklıyla alay ediyorlar. Altı okun altında Kürdistancı, Dersimci, Roboskici tipleri doldurmuşlar siyaset yapıyorlar. İlla bunlar olacak diyorsan gidip sol gerici bir parti kuracaksınız, bu salakça fikirlerinizi de o parti adı altında tartışacaksınız. Liyakatin ortadan kalktığı, son derece saygısız, hoyrat, bencil insanlardan oluşan iktidar partisinin varlığından bıktığı için insanlar size yöneliyor; sizi, leş fikirlerinizi onayladığı için değil! 

Bu yazıyı okuyanlara nasihat verecek değilim elbette ama yıllar sonra çocuklarım “annem ne yazmış” diye okurlarsa onlara öğüdüm olsun: Hangi partinin sempatizanı olursanız olun köpekleşmeyin, sizi köpekleştirmeye çalışanlara paye vermeyin. Liderlerin, ideolojilerin peşinden koşulsuz-şartsız gitmek yerine, onlara hesap sorun. Unutmayın, “demokrasi” için kedinin özgür ruhu, köpeğin sadakatinden çok daha değerlidir… Boş yere kedi beslemiyoruz 🙂 

İyi Pazarlar

1 Comment

Yorum bırakın