Geçicilik Paradoksu

İnsan zihninin en ilginç çelişkilerinden biri, kalıcı olana verdiğimiz değer ile geçici olandan aldığımız derin etkiler arasındaki tuhaf dengesizliktir. Hayatımız boyunca kalıcı izler bırakacak, sağlam temeller üzerine kurulu yapılar inşa etmeye çalışırız. Ancak geriye dönüp baktığımızda, bizi en derinden etkileyen anların çoğunlukla geçici, anlık ve tekrarlanamaz deneyimler olduğunu fark ederiz. İşte ben buna “Geçicilik Paradoksu” diyorum. Çünkü “kalıcı” olan aslında “geçici” olandır.

“Hiçbir şey kalıcı değildir, değişim dışında” derdi Heraklitos. Binlerce yıl önce söylenmiş bu söz, bugün hala zihinlerimizde yankılanıyor. Nehre iki kez giremeyeceğimizi söyleyen filozof, farkında olmadan modern insanın en büyük çelişkisine parmak basıyordu: Kalıcılık arayışımızın, geçiciliği kabullenememe korkumuzun bir yansıması olduğuna.

Japon estetiğinde “mono no aware” kavramı bir anlamda bu çelişkiyi ifade eder: şeylerin geçiciliğinin hüzünlü güzelliği. Sakura çiçeklerinin açması sadece bir hafta sürer ancak tam da bu kısalık onların değerini arttırır. Japonlar her yıl bu çiçeklerin altında toplanırken, aslında kutladıkları şey güzelliğin kendisi kadar, o güzelliğin geçici doğasıdır. Bir şeyin sonlu olması, onu daha değerli kılar. Sonsuz olsaydı, muhtemelen dikkatimizi bile çekmezdi.

Modernite bizi sürekli kalıcı şeyler inşa etmeye, biriktirmeye ve korumaya yönlendiriyor. Kaya gibi sağlam kariyerler, yıkılmaz ilişkiler, sarsılmaz kimlikler… Ancak hayatın en dönüştürücü anları genellikle akışkan, belirsiz ve geçicidir. Bazı anlar, öyle derin izler bırakır ki, hafıza onlara bir ömür boyu ev sahipliği yapar. Bir kitabın tek bir cümlesi, bir yabancıyla ansızın karşılaşma, bir rüyanın ardında bıraktığı duygu, bir çocuğun ilk defa “anne/baba” demesi… Bunlar kayıt altına alınamaz, tekrar üretilemez, satın alınamaz. Ve bu yüzden ruhumuzda daha derin izler bırakırlar.

Sosyal medya çağında bu paradoks daha da belirginleşiyor. Anları “ölümsüzleştirmek” için çılgınca bir çaba içindeyiz ancak bu çaba sırasında çoğu zaman anın kendisini kaçırıyoruz. Bir günbatımını fotoğraflamak için uğraşırken, günbatımının kendisini gerçekten deneyimlemiyoruz. Kalıcı bir kayıt için geçici olanı feda ediyoruz. Oysa o geçici andaki tam mevcudiyet, hiçbir dijital arşivin yakalayamayacağı bir zenginlik sunabilir.

Bu geçicilik paradoksunu hayatımızın her alanında görebiliriz. Büyük mimari yapılar yüzyıllar boyunca ayakta kalabilir ama bir çocuğun kumdan kalesinin çöküşündeki o anlık hayal kırıklığı ve kabullenişin öğrettiği hayat dersi, taştan yapıların asla veremeyeceği bir bilgelik sunar.

Peki yaşamımızı bu paradoksun farkındalığıyla nasıl şekillendirebiliriz? Başlangıç noktası, geçici olana daha fazla saygı duymak ve onun değerini takdir etmekten geçiyor. Kalıcı bir iz bırakmak istiyorsak, ironik biçimde, her anın geçiciliğini kucaklamalıyız. Çünkü derinlerde, moleküllerimizde, zihnimizin en gizli odalarında biliyoruz ki, gerçekten kalıcı olan tek şey değişimin kendisidir, geçici olanın sonsuz dansıdır.

Bana göre kalıcılık arayışımız yanlış yönlendirilmiş bir çabadır. Geçiciliğin bilgeliğini anladığımızda, her anın potansiyel sonsuzluğunu da keşfederiz. Sürekli değişim halindeki bir dünyada, en anlamlı kalıcılık, her anın geçiciliğini tam anlamıyla yaşamaktan ve bu geçici anların ruhumuzda bıraktığı silinmez izleri takdir etmekten geçiyor. Çünkü paradoksal bir şekilde, gerçekten kalıcı olan, işte bu geçici olandır…

Kalıcılığı arayanlar, geçiciliği sevmeyi öğrenmeli; çünkü kalıcılık, geçiciliğin yüzünü unutmayan hafızadır…

İyi Pazarlar

Yorum bırakın