DURGUN-DEĞER/YORGUNLUK HAKKI

“Bazen sadece yorgun oluyor insan; ne küs, ne yalnız, ne de aşık…” (Cemal Süreya)

Gözlerimiz açık ama ruhumuz kapalı durumda sürdürdüğümüz günlerin ortasında, yorgunluğumuz en samimi gerçeğimiz haline gelir. Her sabah çalan alarm, bizi sadece uykudan değil, varlığımızın derinliklerinden de uyandırır. Sistem bize “uyan, üret, başar” der. Modern hayatın görünmez kuralı şudur: Hep dik dur. Hep üret. Hep olumlu kal. Ama kimse durmanın, tükenmenin, geri çekilmenin bir hak olduğunu söylemez. Bize öğretilen sadece bir yönlüdür: Başla, ilerle, koş ve bitir. Yolda durmanın, sessizce bir köşeye çekilip soluklanmanın da “yaşamak” olduğunu hatırlatan olmaz.

Duraksamak, yavaşlamak adeta bir tür yenilgi olarak kodlanmış zihinlerimize. Oysa yorgunluk, bedenin ve ruhun en dürüst itirafıdır. “Tükendim” demek aslında: “Ben buradayım, ben insanım” demenin en çıplak halidir. Dinlenme, lüks değil; varoluşumuzun zorunlu bir parçasıdır.

Çağımızın paradoksu: Üretkenlik araçlarımız çoğaldıkça dinlenme yeteneğimiz azalıyor. Eskiden güneş batınca sona eren iş, şimdi ceplerimizdeki ekranlarla birlikte yatağımıza kadar giriyor. Yorgunluk hakkı, modern insanın kaybettiği en temel özgürlüklerden biridir.

Yorgunluk, bedenin isyanıdır sonsuz taleplere karşı. Ruhun kopuşudur bitmeyen performans baskısından. Yorgunluğun çağrısını duymak, kendimizin en derin ihtiyaçlarıyla yeniden bağ kurmaktır. Sınırlarımızı tanımak, onları sevgiyle kabul etmektir. Tüm varlığımızla “yeter” diyebilme cesareti, en büyük devrimdir günümüzde.

Ağaçlar bile mevsimsel olarak yapraklarını döker, hayvanlar kış uykusuna yatar. Doğanın ritmi bize unuttuğumuz bir gerçeği fısıldar: Dinlenme, yenilenmenin ön koşuludur. Yorgunluk hakkımız, yaşamın döngüselliğini kabul etmektir. Her şey sürekli ilerlemek zorunda değildir; bazen geri çekilmek, içe dönmek, durağanlığı kucaklamak da ilerlemenin bir parçasıdır.

Dillerin bilgeliği bize fısıldıyor aslında. İngilizcede “stand” durmak demek, “understand” ise “anlamak”. Yani bir şeyi kavrayabilmek için önce yerinde durman gerek. Türkçedeki “durup düşün”ü neden kullanıyoruz? Çünkü “düşünce”, “hareket”in değil “duruş”un çocuğudur. Gerçekten de en verimli fikirler çoğu zaman en yorgun anlarımızda gelir. Çünkü ancak o anlarda savunma mekanizmalarımız düşer ve gerçek benliğimizle buluşuruz. Yorgunluk bazen en büyük yaratıcılık kaynağımızdır; tıpkı toprağın ancak nadasa bırakıldığında yeniden bereketlenmesi gibi.

“Durmaya hakkım var” demek yaşadığımız çağın en cesur manifestosu. Varlığımızın sadece ürettiğimiz kadar değerli olmadığını hatırlamaktır. Kimi zaman sadece var olmak, nefes almak, gökyüzüne bakmak yeterlidir. İnsan olmanın özü, değeri hızda değil, duraksamada saklıdır. “Durgun-değer” diye kavramsallaştırmaya çalıştığım durum tam olarak budur.  

Yorgunluk hakkımız, insanlığımızın yeniden keşfi; makineleşmiş bir dünyada, kırılgan ve sınırlı varlığımızın en samimi itirafıdır.

Durgun Pazarlar…

Yorum bırakın