DUVAR VE KUYU

Türkler mi uydurdu yoksa başka bir toplumdan mı uyarlandı bilmiyorum ama şöyle bir fıkra var: Kudüs’te görevlendirilmiş bir gazeteci Ağlama Duvarı’nın önünde insanların davranışlarını inceliyormuş. Ne zaman Duvar’a gelse orta yaşı geçmiş bir adamın Duvar’a dönüp dua ettiğini görüyormuş. Bir hafta, iki hafta, üç hafta… Gazeteci sonunda dayanamayıp adamla konuşmak istemiş.

“Ne zaman burada olsam sizi dua ederken görüyorum” diye sözü açmış.

Adam: “Evet, her sabah dükkanımı açmadan önce buraya gelir dünya barışı için dua ederim. Öğle tatilinde gene gelir dünyadaki acıların son bulması için dua ederim. Akşam eve dönerken de gene uğrar tüm insanlığın mutlu olması için dua ederim” diye karşılık vermiş.

Gazeteci: “Kaç senedir bu şekilde dua ediyorsunuz?”

Adam: “Yaklaşık kırk senedir”

Gazeteci: “Çok güzel. Kırk senedir hiç aksatmadan buraya gelip dua ediyorsunuz peki bugünkü hisleriniz nedir, ne düşünüyorsunuz”

Adam bezgin ve umutsuz bir sesle: “Bazen duvara konuşuyormuşum gibi hissediyorum”

“Duvara konuşmak”, ya da “duvara anlatmak”… Türkçede karşılık bulamayan sözleri, yankılanmayan cümleleri anlatmak için kullanılır. Karşımızdakinin bizi anlamadığı, duymadığı, duysa da hiçbir şey hissetmediği o can sıkıcı halin ifadesidir. Burada “duvar” sadece bir nesne değil, aynı zamanda bir metafordur: kalın, geçirimsiz, tepkisiz ve mesafeli…

Türk kültüründe bir başka nesne daha vardır, “duvar” ile zıt anlamlar taşıyan: “kuyu”. Eski zamanlarda bir sırrı olan, içine dökemediği dertleri bulunan kişilere “git kuyuya anlat” denirmiş. Çünkü kuyunun dili yoktur ama derinliği vardır. Ve bazı zamanlar insanlar sesi değil, sessizliğin içinde yankılanan derinliği duymak ister.

Kuyu, içine söylenen sözü yutmaz; saklar. Yargılamaz. Yanıt vermez ama dinler gibi durur. Bu yüzden insanlar bir kuyunun kenarına oturup seslerinin yankısını dinleyerek içlerindeki yükten arınırlar. Psikolojide bu duruma “katarsis” denir: İçini dökerek, kelimelere yükleyerek, duygu ve düşünceleri yeniden düzenlemek… Kimi zaman bir insanın gözlerine bakarak, kimi zaman bir kâğıda dökerek, kimi zaman da kimsenin duymayacağını bile bile bir kuyuya fısıldayarak. Çünkü bazen en güvenilir sırdaş, susan şeydir.

“Duvara anlatmak” ve “kuyuya anlatmak”… Aynı fiil, iki farklı nesne. Ama sonuçları birbirinin zıttı.

Duvar kalındır, ses çarpar geri döner. Kuyu derindir, sesi yutar ama onu anlamın içine alır.

Duvar geri iter, kuyu içine çeker.

Duvar tepkisizdir, kuyu sırdaştır.

Duvar konuşmayı anlamsızlaştırır; kuyu, anlamın derinliğine davet eder.

Kuyuya konuşmak, çoğu zaman bir öz-diyalog biçimidir. İnsan bazen başkasına değil, kendine anlatır olanı biteni. Bilinçaltı bu kelimelerle düzen kurar; duygulara biçim verir. Duvara konuşmak ise bir çıkışsızlık ifadesidir. Artık bizi anlayacak bir zihin kalmadığında, sesimiz boşluğa çarpar. Bu yüzden insanlar sustukça yalnızlaşır; yalnızlaştıkça, içlerindeki anlam da sessizlikte yitip gider.

Bir başkasını dinlemek, onunla sahici bir bağ kurmak istiyorsak, onu bir duvar gibi değil, bir kuyu gibi dinlemeliyiz. Anlamak, ötekinin kelimelerinde yankı bulmakla başlar. Ne yazık ki modern toplumlarda iletişim çoğu zaman bir monologdan ibaret. Herkes konuşmak istiyor; çok azı dinliyor. Bu nedenle insanlar artık kuyu gibi dostlar arıyor: Derinliği olan, anlam taşıyan, sırları taşıyıp gömecek kadar güvenilir bağlar…

Dijital çağ, bu iki metaforu daha da karmaşık hale getiriyor. Sanal ortamlar, sonsuz sayıda kuyu sunuyor gibi görünürken, aslında sayısız duvar da inşa ediyor. Anonimlik, kuyunun güvenli karanlığını taklit ederken; algoritmaların oluşturduğu yankı odaları birer dijital duvar işlevi görüyor. Böylece postmodern birey, gerçek derinlik arayışı ile yüzeysel onay beklentisi arasında sıkışıp kalıyor.

Gerçek kuyuları bulmak gün geçtikçe zorlaşıyor. Duvarların sayısı ise neredeyse eksponansiyel olarak artıyor. Bence çağımızın en önemli meselelerinden biri, her bireyin önce kendi içindeki kuyuyu keşfetmesi ve sonra da başkaları için bir kuyu olmayı öğrenmesidir.

Çünkü en derin felsefe, bir kuyunun dibinde yankılanan ses gibi, toprağa karışarak susar. İşte o sessizlikten, yeni yaşamlar filizlenir.

İyi Pazarlar

Yorum bırakın