GELECEĞİN HÜZNÜ

Gece yarısı yatağınızda uzanırken veya gün içinde tek başınıza kaldığınızda hiç düşündünüz mü: “100 yıl sonra dünya nasıl olacak? İnsanlar hangi teknolojileri kullanıyor olacak, hangi keşifleri yapacak, hangi sanat eserlerini yaratacak?” Ve hemen ardından o günleri yaşayamayacak olmanızdan dolayı içinizi buruk bir his kapladı mı? İşte bu duygunun bir adı var: “ellipsism”. Gelecekte yaşanacak olaylara tanık olamayacak olmanın verdiği hüzün ve özlem.

Bu kelime, İngilizce’de “üç nokta (…) işaretini ifade eden “ellipsis”ten türemiş. Tıpkı bu noktalarda olduğu gibi, hayatımız bir yerde kesiliyor ve hikayenin devamını göremiyoruz. Ellipsism, sadece ölüm korkusu değil, aksine yaşama olan tutkumuzun, merakımızın ve bağlılığımızın bir yansıması. İnsanın ölüm karşısındaki en eski tesellisi bellidir: “Ben varken ölüm yok, ölüm varken ben yokum”. Epikouros’un bu cümlesi yüzyıllardır felsefeye sığınak oldu. Ama bu sığınak, modern çağın hızına çarpınca çatlamaya başladı. Çünkü artık mesele yalnızca yok olmak değil; mesele, biz yokken hayatın devam edecek olması ve bizim o devamı asla bilemeyecek oluşumuz.

Modern çağda bu duygu hiç olmadığı kadar yoğunlaştı. Teknolojik gelişmelerin hızı o kadar arttı ki, sadece 10 yıl sonrasını bile hayal etmek zor. Belki bir gün kanseri tedavi edecek bir ilaç bulunacak, belki yıldızlararası yolculuklar başlayacak, belki Mars’a şehirler kurulacak, belki “yapay zeka”, “doğal” olacak. Her gün yeni bir dönüşüm yaşanıyor gibi hissediyoruz. Bu hızlı değişim, “acaba neyi kaçırıyorum?” sorusunu sürekli aklımızda tutmanın ötesinde, “acaba neyi kaçıracağım?” endişesini de doğuruyor.

Bu hüzün, insanlığın ortak mirası sayılabilir. Her nesil aynı acıyı yaşar: Kendi zamanının çocuğu olmak ama zamanın kendisinin çocuğu olamayacağını bilmek. Dinozorlar neslini tükettikten sonra neler oldu? Buz çağı bittikten sonra dünya nasıl değişti? Peki ya biz gittikten sonra? Sadece son 20 yılda internetin, akıllı telefonların, sosyal medyanın hayatımızı nasıl dönüştürdüğünü düşündüğümüzde, önümüzdeki 20-30 yılın getireceği değişimleri hayal etmek bile başımızı döndürüyor. Ve işte tam bu noktada ellipsism devreye giriyor: “Ben öldükten sonra neler yaşanacak?”

Bu duygunun en acı verici yanlarından biri de sevdiklerimizle ilgili boyutu. Çocuklarımızın, torunlarımızın hayatlarının nasıl şekilleneceğini, hangi zorluklarla karşılaşacaklarını, hangi mutlulukları yaşayacaklarını merak etmek… Onlara rehberlik edemeyeceğiniz anları, kutlayamayacağınız başarıları, saramayacağınız üzüntüleri düşünmek. Bu, sadece kendi yaşamımızın sınırlılığına dair bir üzüntü değil, aynı zamanda sevgimizin sonsuzluğu ile varlığımızın geçiciliği arasındaki çelişkinin yarattığı bir ağrı.

Ellipsism aynı zamanda modern FOMO’nun (Fear of Missing Out) yani “gündemi kaçırma korkusu”nun zamansal bir uzantısı olarak da görülebilir. Sosyal medyada arkadaşlarımızın yaşadığı anları kaçırma korkusu yaşarken, ellipsism’de tüm insanlığın gelecekte yaşayacağı deneyimleri kaçırma korkusu yaşıyoruz. Bu, bir nevi “kronolojik FOMO”, zaman içinde var olamamanın verdiği eksiklik hissi.

Bana göre bu duygu, aslında insanlığın en güzel özelliklerinden birinin göstergesi: merakımız ve empati kapasitemiz. Ellipsism yaşamak, sadece kendi hayatımızla sınırlı kalmayıp evrensel insan deneyimine ilgi duymak anlamına geliyor. Gelecekteki nesillerin refah ve mutluluğunu umursamak, onların keşiflerini, sanat eserlerini, aşklarını merak etmek… Bu, bencil bir duygu değil, tam tersine son derece cömert bir yaklaşım. Ve ellipsism bize şunu hatırlatır: İnsan, evrenin seyircisi değil, yalnızca kısa bir süre “doğaçlama” oynamak için sahnede yer alan bir oyuncudur. Repliklerimizi bitirdiğimizde, oyun devam eder. Alkış da olur, sessizlik de. Ama biz kulisteyken sahnede neler olduğunu göremeyiz. Bu yüzden ellipsism, yalnızca ölüm korkusunu değil, insanın sınırsız merakının sınırlı ömre çarpmasını anlatır. “Ölüm”den çok, “merak”ın yarım kalmasıdır trajik olan. Çünkü ölmek, bitmektir ama ellipsism, bitmişliğin ötesinde “eksik kalma” duygusudur. Gene “bence” insanın en derin arzusu ölümsüz olmak değildir. Asıl arzu, devam eden hikayeye şahit kalmaktır. Görmek, bilmek, tanık olmak… İşte bu yüzden ellipsism bir trajedi değil, insan olmanın en sahici yüzüdür.

Ellipsism yaşamak insani bir deneyim. Bu duyguyu yaşayanlar, hayata bağlı insanlar. Gelecekte olamayacak olmanın hüznü, aynı zamanda şimdi burada olmanın mucizesini de vurguluyor. Bunun için yapılması gereken elimizdeki zamanı en iyi şekilde değerlendirerek, gelecek nesillere güzel bir miras bırakmaya çalışmak olmalı. Çünkü her ne kadar onların hikayesine tanık olamasak da, o hikayenin bir parçası olmak hala mümkün…

Tarih hiçbirimizi tamamlamayacak ama biz, kendi satırımızı, kendi cümlemizi, kendi noktamızı en dolu şekilde bırakabiliriz. Bizden sonrasını bilmeyeceğiz ama belki bir kelimemiz, bir izimiz, bizden sonra da okunmaya devam eder…

İyi Pazarlar

1 Comment

Yorum bırakın