
İnsanın içinde koca bir pazar yeri var.
Her sabah uyanınca kapıları açılır, tezgahlar birer birer kurulur. Duygular, düşünceler ve arzular, rengarenk mallarıyla ortaya çıkar. “Öfke” en köşeye kocaman bir megafonla yerleşir, bağırır çağırır; “sabır” ise küçük, mütevazı bir tezgahta sessizce bekler. “Aşk”, elinde çiçeklerle müşteri toplar, “korku”, ucuz ama bolca alıcı bulan ikinci el eşyalarını sergiler…
“Fikirler” de bu pazarın mallarıdır. Bazıları taptazedir, ışıl ışıl parlayan domatesler gibi göz alıcıdır. Bazılarıysa günlerdir tezgahta kalmış, dokundukça çürüğü ortaya çıkan sebzeler gibidir. Hepimiz biliriz: bazen taptaze fikirler gözümüzün önünde durur ama biz kalabalığın kakafonisine kapılıp bayat olanı seçeriz.
Elbette bu pazarın bir zabıtası vardır: “vicdan”. Gürültüyü azaltmaya, terazileri dengelemeye, haksızlıkları önlemeye çalışır. Ama ne yapsa tam anlamıyla yetemez; çünkü pazar büyüktür, satıcı çoktur. Bazen yorulur, gölgeye çekilir, işte o zaman gürültü daha da artar.
Bu pazarın hem müşterisi hem satıcısı biziz. Bir yanımız malını satmaya çalışır, diğer yanımız onu satın almak için pazarlık yapar. Bir yanımız “sabırlı ol” diye fısıldarken, diğer yanımız “hemen şimdi” diye diretir. Bir yanımız geleceğe yatırım yapmak ister, diğer yanımız bugünün keyfini sürmeyi arzular.
İçimizdeki bu pazar, her gün yeniden kurulur. Bazen kalabalıktan başımız döner, kimi zaman ise pazar neredeyse bomboştur; birkaç tezgah sessizce bekler, düşünceler köşelerde uyuklar.
Hayat, büyük ölçüde bu içsel alışverişlerin toplamından ibarettir. Kimi gün öfkeyi satın alırız, sonra pişman oluruz. Kimi gün sabrı görmezden geliriz, oysa uzun vadede en karlı yatırım odur. Kimi gün aşkın çiçeklerine bütün paramızı harcarız, kimi gün korkunun ucuz mallarıyla eve döneriz.
En çarpıcı durum şudur: Bu pazar asla tam anlamıyla kapanmaz. Biz uyurken bile bazı tezgahlar açıktır; rüyalarımızda satıcılar dolaşır, “vicdan” gece vardiyasında volta atar, “arzular” sabaha hazırlık yapar.
O yüzden gün biterken kendimize şunu sormamız gerekir: “Ben bugün içimdeki pazarda hangi tezgahlara uğradım? Gerçekten değerli olanı mı aldım, yoksa kalabalığın sesine mi kandım?”
Çünkü hayatın kalitesi, içimizdeki pazardan seçtiklerimizle belirlenir. Gürültüye değil, özüme kulak verdiğim günlerde pazardan elim dolu çıkarım. Diğer günlerde ise ne kadar alışveriş yapsam da elimde sadece boş poşetler kalır.
Hepimiz kendi pazarımızın hem esnafı hem müşterisiyiz. Aslolan, içimizdeki pazarı enikonu bilmek, bize o an için lazım olan duygunun, arzunun, düşüncenin hangi tezgahta olduğunu özümsemek ve her alışverişte filemize mutlaka biraz “merhamet”, biraz “adalet” koymak…
Pazarın gürültüsünü kabullenmek, sessizliğini sevmek, çürüyeni ayıklamak, tazeyi değer bilmek…
Ama bu alışverişin en güzel tarafı, iç pazarımızda her gün “yeniden seçim yapabilme özgürlüğü”ne sahip olmakta gizli.
Pazar ola!
1 Comment