Gün geçmiyor ki ensesi kalın, bulundukları makamı idrak edememiş bir yetkili, vatandaşın sinirlerini bozan bir açıklama yapmasın. Bilerek mi böyle davranıyorlar, kapasiteleri mi bu kadar bilemiyorum ama gerçekten can sıkıcı. Geçtiğimiz hafta Ulaştırma ve Altyapı Bakanı şöyle bir açıklama yaptı: “5G hızından yararlanmak isteyen herkes buyursun bunu kullansın ama elbette her şeyin, her nimetin bir külfeti olacaktır. Şu andakine göre tarifeler biraz daha yukarıda olacaktır. Niye? Bu üç operatör, KDV dahil 3 milyar 535 milyon dolar ödeyecek. Bu, ciddi bir para. Sonra milyarlarca dolar yatırım yapacak. Adam 4.5g faturasıyla bunu yapamaz, geri dönüşünü sağlayamaz, batar. O zaman 4.5g hızıyla ben idare ederim diyen makul faturasıyla devam edecek. Fazla hız isteyen de onun maliyetine, külfetine elbette katlanacak”.
Bizi yönetenlerin kafasına bakın, “devlet adamı” değil de “tüccar” ağzıyla konuşuyor. Firmalar batarmış… Sana ne? Turkcell’in sadece 2024 yılı net karı 24 milyara yaklaşmış. Sadece bir senelik kar… Bu şirket mi batacak? Kaldı ki üç gsm operatörünün iki tanesinin yani Turkcell ve Türk Telekom’un büyük hissesi Varlık Fonu’na haliyle devlete ait. Amiyane tabirle, parayı sağ cebinden alıp sol cebine koyuyorlar, bedelini de halka ödeteceklerini söyleyip ön alıyorlar. “Halk”a karşı koruduğu operatörler de matah bir şey olsa! Milletçe tecrübe ettiğimiz büyük depremler, afetler sırasında yani en kritik anda, en elzem olduğu zamanda şebekelerin topyekün çöküşünü unutmadık. Daha geçen haftaki Sındırgı depreminde bile millet isyan halinde, iletişim sorunları yaşadığından bahsederken bu neyin savunuculuğu? Oysa bir devlet adamı, halkın daha iyi hizmet beklentisi karşısında, bir esnaf gibi “bedelini ödeyin” demek yerine, yüksek yatırım maliyetlerine rağmen adil ve erişilebilir tarifeler için operatörlere baskı yapma, teşvik sağlama ve fiyatları makul seviyede tutma sorumluluğuna sahiptir.
Hadi coğrafya değiştirelim ve okyanusları aşıp El Salvador’a gidelim. El Salvador’un Devlet Başkanı Nayip Bukele. 1900’lü yılların başından itibaren Osmanlı’ya ait topraklardan özellikle Güney Amerika’ya göç eden kişilere “El Turco” deniliyor. Dedeleri Osmanlı pasaportu ile El Salvador’a gittiği için Bukele de bir “El Turco”. Şu an 44 yaşında olan bu genç siyasetçi 2019 seçimlerinde göreve geliyor. Adamın tek bir seçim vaadi var: El Salvador’da huzuru sağlamak. Çünkü ülkenin suç oranı çok yüksek. Göreve geldikten sonra da vaadini yerine getirdi. En azılı suçluları, çok büyük çeteleri, mafyaları içeri attı. Kimi çevreler bu tutumu despotik bulsa da son derece başarılı oldu ve 2024 yılına gelindiğinde ülkedeki suç oranı inanılmaz oranda düştü. Aynı yıl yapılan seçimlerde aldığı oy oranı %85. Bu oran, despotların bile hayal edemeyeceği bir meşrutiyet. Halkın kendisine güvenliği geri veren lidere duyduğu minnettarlığın ve toplumsal huzurun değerinin bir göstergesi. Çünkü Bukele bir şeyi anlamıştı: İnsanoğlu açlığa evrimsel olarak dayanabilir; metabolizmamız, bedenimiz kıtlık dönemlerine göre şekillenmiş. Ama şiddete karşı savunmasızız. Çeteler kapını çaldığında üç seçeneğin var: Ya onlarla çatışacaksın, ya boyun eğeceksin ya da ülkeden kaçacaksın. Devletin varlık sebebi işte tam da burada yatıyor. Hobbes’un dediği gibi, toplum sözleşmesinin temeli “güvenlik”. Bireylerin birbirlerine karşı savunmasız kaldığı bir doğa halinden, kolektif bir güvenlik şemsiyesi altına geçiş. Eğer devlet bunu sağlayamıyorsa, meşruiyetini yitirmeye başlar. Bukele’nin yaptığı, devletin en temel işlevini yerine getirmek yani vatandaşını korumak. El Salvador pratiği bize şunu gösteriyor: dünyanın hangi ülkesi olursa olsun “devlet”, suçu önlemek isterse önler. Yeter ki kararlı olsun, halkını düşünsün…
Ben göremedim ama okuduğum, duyduğum kadarıyla 12 Eylül’e giden süreçte polis teşkilatında iki yapı varmış: “Pol-Der” ve “Pol-Bir”. Efsane midir, abartı var mıdır bilmiyorum ama genellikle sol görüşlü kişilerden oluşan ve “halkın polisi” diye adlandırılan Pol-Der’liler, çoğunlukla duvarlara slogan yazan, afiş hazırlayan gençleri kollarlarmış. İşkencelere karşı direniş gösterip meslektaşlarının ellerinden gençleri kurtarırlarmış İçlerinde birini vurmuş, yaralamış birilerini koruyan/kollayan olmuş mudur bilemem ama genel tavır bu yöndeymiş. E şimdi böyle bir oluşum ortaya çıkınca rakip taraf durur mu, onlar da Pol-Bir’i kurmuşlar ve kendilerine “devletin polisi” demişler. Gene rivayetlere göre Pol-Bir’liler, meslektaşları olan birçok Pol-Der’liye işkence yapmış hatta öldürmüş. Saraçhane’deki bir miting sonrasıydı yanlış anımsamıyorsam, genç bir kız polis şiddetine maruz kalmış, korku dolu gözlerle ve ağlamaklı bir sesle yanına yaklaşanlara “yapmayın” gibi bir şeyler söylerken, karşısındakiler: “korkma, biz polis değiliz” diyordu. Eğer izlediğim kurgu bir video değilse, tarihin ilk anlarından beri üzerinde tartışılan “devlet nedir, nasıl olmalıdır?” sorusunun cevabını veriyordu: “korkma, biz polis değiliz”…

Hangi alan olursa olsun bir gruba, grup içinden değil de dışardan “halkın polisi”, “halkın başkanı”, “halkın takımı”, “halkın adamı” v.s gibi sözler söylenmesi ne kadar da kıymetli…
Bir siyasetçi, bir devlet görevlisi kime karşı sorumludur? Şirketlere, holdinglere, uluslararası yatırımcılara mı, mafyatik oluşumlara mı yoksa sabah kalktığında evinden çıkıp ekmeğini kazanmaya çalışan, vergisini ödeyen, afetlerde enkaz altında kalan insanlara mı? Cevap aslında çok basit ama uygulaması çağımızın en büyük meselesi haline gelmiş.
Söz ve makam sahibi olmak, halkın iyiliğini düşünmeden, onun sesini duymazdan gelerek sadece bir muhasebe defterindeki rakamlar üzerinden hareket etmekten ibaretse, o zaman o makamın ne kıymeti var? Tarih, halkından kopuk liderlerin, rejimlerin hikayesiyle dolu. Roma İmparatorları, Fransız aristokratları, Sovyet bürokrasisi… Hepsi halktan koptuğunda çöktü.
Asıl mesele şu: Devlet ne zamandan beri bir ticari işletme gibi düşünmeye başladı? Ne zaman “vatandaş” kelimesi “müşteri”ye dönüştü? Ne zaman “halkın hizmetkarı” olmaktan çıkıp, “halkın efendisi” olmaya başladı? Ne zaman “nimet ve külfet” dolayımında yaklaşıldı? Bu soruların cevabını ararken, El Salvador’dan yükselen bir ses var: “Halkı koru, gerisini halk zaten halleder.” Basit ama çok sahici. Ve bizim coğrafyamızdan ne kadar uzak.
İyi Pazarlar
1 Comment