DOĞRU SORUYU SORMAK

İki arkadaş konuşuyormuş. Biri diğerine “İncil okurken sigara içilebilir” demiş, öbürü “olur mu öyle şey, asla içilmez” demiş. Tartışma uzayınca “tamam, bir rahibe soralım” demişler. İçilmez diyen önce davranmış, rahibin yanına gitmiş: “Efendim, İncil okurken sigara içebilir miyiz?” Rahip kesin bir dille cevaplamış: “Olur mu öyle şey, Tanrı kelamı okurken edepsizlik olur.” Adam sevinçle arkadaşının yanına dönmüş: “Gördün mü, ben haklıymışım!” Öbürü gülümsemiş: “Sıra bende.” Rahibin yanına gitmiş: “Efendim, ben İncil okumayı çok seviyorum. Boş kaldığımda, yolda, tatilde, yemek yerken, sigara içerken… yani her fırsatta okumaya çalışıyorum. Bir sorun olur mu?” Rahip bu sefer şefkatle cevaplamış: “Oku evladım, istediğin zaman, istediğin yerde oku. Yeter ki oku.”

Hayat çoğu zaman soruların gölgesinde şekillenir; cevaplar yalnızca o gölgenin içinde görünür hale gelir. Aynı olgu, aynı kişi, aynı bağlam… Fakat iki farklı soru, iki zıt cevabı doğurur. Çünkü insan zihni hakikati olduğu gibi görmez, ona hangi pencereden baktığını görür.

Soru, göründüğünden çok daha güçlü bir araçtır. Bir kapıyı sessizce aralayabilir de, gürültüyle kapatabilir de. “İncil okurken sigara içilir mi?” hüküm dağıtan bir parmağı andırır. “Sigara içerken okuyabilir miyim?” ise niyeti merkeze alır. İlki “davranış”ı yargılar, ikincisi “anlam”ı genişletir. Birinci arkadaş İncil okumayı merkeze aldığında, sigarayı bu kutsal fiilin içine sızan zararlı/kötücül bir unsur olarak tanımladı. Sorunun kendisi zaten bir yargı içeriyordu. İkinci arkadaş ise sigarayı gündelik bir aktivite olarak sabitledi ve İncil okumayı bunun içine girecek şekilde konumlandırdı. Rahip her iki soruya da dürüstçe cevap verdi ama iki farklı gerçeklikle. Niyetin aynı kaldığı bir durumda bile, soru yön değiştirince cevap da yolunu değiştirir.

Günlük hayatımızda da benzer bir görünmez matematik işler.  İş yerinde birine: “Bunu neden yapmadın?” diye sorduğumuzda bir savunma duvarına çarparız. “Bunu birlikte nasıl çözebiliriz?” dediğimizde aynı insanda bambaşka bir enerji uyanır. Soru bir bakış açısı değil, bir hakimiyet biçimidir; kimin merkezde, kimin kenarda duracağını belirleyen sessiz bir güç dağılımıdır. İlişkilerde de aynı kırılma noktası vardır. Eşinize ya da sevgilinize: “Beni artık sevmiyor musun?” diye sorduğunuzda cevap içinde suçluluk taşır ama “Aramızdaki soğukluğu nasıl aşabiliriz?” dediğinizde soru bir mahkeme değil, bir köprü olur. Kelimeler ilişkiyi ya tahkim eder ya da tahrip eder. Çünkü sorduğumuz her soru bir davetiyedir: Ya anlatılmak isteneni duymaya ya da söylenmeyeni sorgulamaya çağırır.

Peki bu durum neden işliyor? Çünkü insan beyni sorulara cevap verme modunda çalışır. Bir soru duyduğunuzda, beyin otomatik olarak o sorunun varsayımlarını kabul eder ve içinde cevap aramaya başlar. “Bu kalem mavi mi, kırmızı mı?” diye sorulduğunda, beyniniz otomatik olarak “bu bir kalem” varsayımını kabul etti. Belki bir kurşun kalemdi, belki bir tükenmezdi, belki de kalem bile değildi. Ama soru öyle kuruldu ki, siz artık sadece rengine bakıyorsunuz. Çerçeve belirlendi, gerçeklik daraldı. İşte günlük hayatta binlerce kez bu oluyor. Birisi size bir soru yöneltiyor ve siz farkında olmadan onun kurduğu oyunun içine giriyorsunuz.

İyi satıcılar bunu çok iyi bilir. Kötü satıcı şöyle sorar: “Ürünümüzü almak ister misiniz?” İyi satıcı ise: “Size en uygun model hangisi?” İkinci soruda “almak” zaten varsayılmış, sadece “hangisi” tartışılıyor. Ya da çocuk yetiştirme. “Neden odanı toplamıyorsun?” dediğinizde çocuğu suçlama moduna sokuyorsunuz. Savunmaya geçiyor, bahane üretiyor. Ama “odan dağınık değil de düzenli bir şekilde olduğunda nasıl hissediyorsun?” diye sorduğunuzda, çocuk kendi içinde bir farkındalık yolculuğuna çıkıyor. Suçlu değil, farkındalık sahibi biri oluyor.

İnsan kendi iç dünyasında bile soruların esiridir. “Neden başarısızım?” dediğinde zihni kusur aramaya programlanır. “Hangi koşullarda daha iyi yapabilirim?” dediğinde kendisini geliştirmek için yollar arar. İç diyaloğumuzun kaderini bile sorunun sesi belirler. Demek ki kendine iyi davranmak bazen kendine doğru soruyu sormaktan ibaret.

Tabii bunun karanlık tarafı da var. Bu mekanizma kötüye kullanılabilir. Manipülatif ilişkilerde sıkça görürsünüz: “Neden hep böyle yapıyorsun/davranıyorsun?” gibi sorular. Soru, “hep böyle yaptığınızı” zaten kabul ettiriyor. Ya da politik tartışmalarda: “Bu yanlış politikayı ne zaman düzelteceksiniz?” Bak, “yanlış” olduğu zaten varsayılmış. Hukuki tuzaklarda da kullanılır: “Artık eşinizi dövmeyi bıraktınız mı?” Her cevap sizi suçlu gösterir. Evet derseniz “önceden dövdüğünüzü” kabul etmiş olursunuz, hayır derseniz “hala dövdüğünüzü.” İşte bu yüzden bu mekanizmayı anlamak sadece kullanmak için değil, savunmak için de önemli.

Peki kendimizi bu durumdan nasıl koruruz? Basit ama güçlü bir alışkanlık: Soruyu duymadan önce bir durmak gerekiyor. Kendimize “Hangi oyunu oynamaya çağrılıyorum?” diye sormalı. Sorunun arkasındaki varsayımları fark etmeli. Ve bence en önemlisi: O çizilen çerçeveyi kabul etmek zorunda değiliz. “İlginç soru ama ben duruma şöyle bakıyorum…” diyebiliriz. Ya da daha usta bir hamle: Soruyu hiç yanıtlamayıp kendi sorumuzu sormak.

“Soru”, “cevab”ı çağıran bir mıknatıs gibidir: Sert sorular sert cevaplar doğurur; anlayışlı sorular, anlayışlı cevaplar. Kelimeler kapıyı çalar ama tonu kapıyı açtırır. Mesela hikayedeki ikinci arkadaş yalan söyledi mi? Hayır. Manipülasyon yaptı mı? Belki. Ama dürüst müydü? Bence evet, çünkü gerçekten İncil okumak istediğini ifade etti. Bu bize şunu gösteriyor: Dürüstlük ve manipülasyon birbirini dışlamaz. Kendi gerçeğinizi samimi bir şekilde sunmak, aynı zamanda karşı tarafın algısını şekillendirmektir. Soruyu doğru kurmak, insanın hem kendine hem dünyaya karşı adil olmanın ilk adımıdır. Çünkü insanlar bazen cevap vererek değil, soruyu yeniden kurarak özgürleşir. Yanlış sorular insanı daraltır, doğru sorular insanı büyütür.

Bu kadar “soru” dedikten sonra can sıkıcı soruyu sorayım 🙂 Eğer herkes bu oyunu oynamaya başlarsa, iletişim mümkün olur mu? Yoksa hepimiz kendi dilsel labirentlerimizde kaybolur muyuz?

İyi Pazarlar

4 Comments

  1. Sevgili Elif,

    Dogru soru sorma yetenegi, belirttigin gibi gercekten kolay olmayan ve karsidakiyle iyi diyalog kurabilme acisindan ve derdini duzgun anlatabilmek gibi zor bir durum. Hani tatli dil yilani deliginden cikarir der gibi soruyu dogru sorabilmek cok zor zanaat ama dogru kullanan icin cok onemli bir sey. Soyle ki, bizim ulkede uzerine gorev olan ve bir turlu hakkiyla iktidara dogru soru sorabilen muhalif siyasetci cok az. Birakin dogru soruyu, bir cok onemli konuda dogru yorum yapabilen muhalefet ara ki bulasin. Bunlarin cogu islevi artik kalmayan meclis icinde genelge vermekten oteye gitmiyor. Mesaji vermek, karsidakinin sizin mesajinizi ne kadar algiladigi ve ona ne denli ulastigi surece onemli.

    Iyi haftalar dilerim.

    Aydin Erturk

    Liked by 1 kişi

    1. Merhaba Aydın Bey, sizi ve değerli yorumlarınızı görmek güzel. Daha evvel sizin de yorum yaptığınız “muhalefet” yazımda bahsettiğiniz konu üzerine bir şeyler karalamıştım. Hatırlatmak açısından:

      MUHALEFET

      Bazı durumlarda muhalefete bile gerek yokken, halkın kendi başına bir şeylerin farkında olması gerekirken; bazı noktalarda da söylediğiniz gibi muhalefetin “doğru soru”lar sorarak yöneticileri sarsması elzem teşkil ediyor. Sorun bizden yani bu topraklarda yaşayan insanlardan mı kaynaklı, geçmişten miras kalan düşünceler mi artık her ne ise şöyle bir sorunumuz var: Biliyorsunuz “yorum” çoğu zaman iki eksenlidir. Ya “tümdengelim” ya da “tümevarım” metodunu kullanırız. Tabii ki ikisi de kullanıldığı alana göre önemlidir ama ne yazık ki biz özellikle siyaset okumalarında ya da siyasi tutumlarda her zaman “tümdengelim” metodunu işletiyoruz. Sadece “sonuç” kısmına bakıyor ve oradan geriye gidiyoruz. İktidar da bunu yapıyor, muhalefet de. Her şeye “bugün”ün dolayımında anlam kazandırılıyor. Bugün dolar 42 lira, mevcut iktidar göreve ilk geldiğinde 1.6 liraydı. Evet, bu bize ekonominin kötü yönetildiğine dair bir ipucu veriyor ama tek başına yeterli değil ki. “Neden” yerine “nasıl”ı sormadıkça bir ülkenin huzura kavuşma şansı yok.

      Güzel bir hafta diliyorum.

      Beğen

      1. Merhaba Elif, Ulke insanimiz kendi dogal haklarini bireysel ve acik olarak sosyal ortamda belirtemedigi surece muhalefete ve iktidara yani secilmis siyasi guruplara eli mahkum. Bunlarin cogunun da maalesef malzemesi belli. Ayrica, secmenimizin ulkeyi soyup sogana ceviren ekonomik politikalari ve politikacilari, hele soyledigin “nasil” kismini anlayana kadar bazi seylerin maalesef degismesi zor. Iyi haftalar dilerim. Aydin

        Sent from my T-Mobile 5G Device Get Outlook for Androidhttps://aka.ms/AAb9ysg ________________________________

        Beğen

Yorum bırakın