UMUDUN İKİ YÜZÜ

Eski bir hikaye vardır: Kral, dondurucu bir kış mevsiminde gece nöbet tutan askere: “Üşümüyor musun?” diye sormuş. Asker “Alışığım efendim” dediğinde kral: “Olsun, sana sıcak elbise getirmelerini emredeceğim” demiş ve gitmiş. Ancak içeri girdiğinde emri vermeyi unutmuş. Ertesi gün duvarın yanında askerin soğuktan donmuş bedeni bulunmuş. Duvarda şöyle yazıyormuş: “Soğuğa alışkındım fakat senin sıcak elbise vaadin beni öldürdü.”

İnsanın en zayıf tarafı “onaylanma ve kurtarılma arzusu”dur. Bu arzu, bizi vaatlerin kölesi yapar. Bir siyasetçinin, bir sevgilinin ya da bir işverenin vaadi eğer sizin kendi içsel gücünüzün önüne geçiyorsa, artık özgür bir birey değil bir “beklenti mahkumu”sunuzdur. Askerin ölüm nedeni soğuk değil, soğukla olan mücadelesini bir vaat uğruna terk etmesidir.

Burada şu ayrımı yapmalıyız: “Kendi eylemine dayanan umut” ile “başkasının insafına bağlanan umut” aynı şey değildir. Birincisi ayağa kaldırır, ikincisi diz çöktürür.

Bence Nietzsche “umut, kötülüklerin en kötüsüdür” derken haklıydı. Ama hangi umut? Başkasının eline bakan, bekleyen, “belki bu sefer” diyen umut. Pandora’nın kutusunda kalan da oydu zaten; insanları acı çekmeye devam ettiren, hiç gelmeyecek şeyleri beklemeye mahkum eden, içten içe çürüten hal. Ne yazık ki “bir şey olacak” beklentisi, “bir şey yapma” iradesini felç ediyor… Ama bir de başka bir umut vardır: senin elinde olan, senin yapabileceğin şeylere dair umut. O umut öldürmez, yaşatır.

Önümüzde yeni bir yıl var. Çoğumuzun zihninin bir tarafında yeni kararlar, yeni beklentiler, yeni hedefler yani yeni umutlar yer etmiş durumda… “Yeni yılda terfi alacağım”, “Yeni yılda fazla kilolarımı vereceğim”, “Sigarayı bırakacağım”, “Daha iyi bir iş bulacağım” v.s… Bunların bir kısmı başkalarının kararına bağlıyken, bir kısmı bizim irademize bağlıdır. Mesela patronun gözünde parladığını düşünürsün, yeni yıl için terfi konuşmaları yapılır, sinyaller verilir. Ama karar, senin emeğinde değil onun iki dudağının arasındadır. Orada kurulan umut, seni güçlendirmez; seni bağımlı kılar. Çalışmayı bırakmazsın belki ama beklemeye başlarsın. Beklemek ise insanın iç direncini sessizce tüketir… Şu an birçok ülkede yasak olsa da eskiden tütün firmaları en fazla reklam harcamasını Ocak ayının 2. günü için yaparlarmış. Nedeni basit: birçok insanın “yeni yılda sigarayı bırakacağım” demesi ve en azından bir günlük bir deneme içine girmesi. Sonrasında çoğu, bırakma fikrinden vazgeçip yeni yılın son gününde bu düşünceyi tekrar çıkarmak üzere naftalinleyip sandığa kaldırır. “Terfi alma umudu” ile “sigarayı bırakma umudu” aynı düzlemin konusu değildir. Terfi almak, dıştan gelen, başkasının vaat ettiği bir umudun karşılığıyken; sigarayı bırakmak, içten gelen, kişinin kendisine vaat ettiği bir umudun ya da kararın karşılığıdır.

Maalesef biz umudu yanlış yere bağlamayı seviyoruz. Başkasının sözüne, sistemin adaletine, zamanın bizi kurtaracağına… Böyle yaptığımızda umut, bizi ileri taşımaz; olduğumuz yerde tutar. Tıpkı asker gibi: Dayanabileceğimiz soğuğu, beklediğimiz elbise yüzünden taşıyamaz hale geliriz.

Peki, yeni yıl bize ne vermeli? Cevap basit: Hiçbir şey. Biz yeni yıla bir şeyler vermeliyiz. Umudu bir “bekleyiş” olmaktan çıkarıp bir “oluş” haline getirdiğimizde, takvimin hangi günü olduğunun bir önemi kalmaz. Ve bu “oluş” başkasının elindeki değişkenlere değil tamamen kendi eylemlerimize dayanmalı. Diyete başlamak, her gün on sayfa okumak, haftada üç gün yürüyüş yapmak, ailenle her akşam yemek yemek… Bunlar kral’ın vaadi değil, senin kararındır. Sıcak elbise beklememeyi kanıksayıp kendi içimizdeki ateşi yakmayı bildiğimiz sürece, dışarının kışı bizi etkilemez…

Herkese (u)mutlu yıllar, İyi Pazarlar dilerim…

Yorum bırakın