Corona Günlükleri- Dilimize yerleşmiş kalıplar

Bilim her gün ilerliyor, gelişiyor; araştırmalar, gözlemler, deneyler yapılıyor ve artık geçmişte doğru bilinen bir yığın bilgi çöpe atılıyor. Tabii bununla beraber atasözleri, halk sözleri, özdeyişler de geçerliliğini kaybediyor. Gönül ister ki pek çoğunu paylaşabileyim ama sıkıcı olmaması adına birkaçını anlatmak istedim. Belki bu konuya sonradan devam ederiz.

www.youtube.com/watch

Aslında bu yazıya ilham veren şey, Youtube önerilerinde gördüğüm ve eskiyi yad etmek adına şöyle bir bakayım dediğim rahmetli Levent Kırca tarafından hazırlanan Olacak O Kadar programına ait bir video oldu. Grup Gündoğarken tarafından yapılmış jenerik müziğini mutlaka hatırlayacaksınızdır. Orada geçen “arada bir dilimiz sürçer ise affola / tutmasını biliriz, kemiği yok bunun” kısmını dinlediğimde aklıma “hyoid kemik” geldi. Belki hala halk arasında dilin kemiğinin olmadığı şeklinde bir inanış olsa da, bilim bize alt çenenin alt arkasında dili, kafatası içine sabitlemeye yarayan oldukça küçük bir kemiğin varlığından bahsediyor.

Yüzbinlerce devekuşu yıllar boyunca izlenmiş ve fark edilmiş ki hiçbir devekuşu başını kuma gömmüyor. Zaten mantık olarak da böyle bir durum söz konusu olamaz. Kuma başını gömmüş olsa, nasıl nefes alabilecek? Devekuşu herhangi bir tehlike sezdiği zaman, olası düşmanının sesini tanımak ve geldiği yönü kestirmek için başını yere yaklaştırıp titreşimleri dinler. Muhtemelen böyle bir duruma tanıklık eden birisi, devekuşunun kafasını kuma gömdüğünü zannetmiş ve bu bilgi şehir efsanesine düşünmüş. Devekuşları hakkında asıl enteresan olan şey, dünyanın en obur hayvanı olması. İngiltere’de çok fazla sayıda bulunan devekuşu çiftliklerinden birinde, bir devekuşunun midesinden taş, kalem, tarak, eldiven, saat v.s gibi şeyler çıkmış. Demek ki devekuşunun ataları arasında, bizdeki “sakın yemek seçme, her şeyin faydası vardır” diye hoşumuza gitmeyen yemeği bile ağzımıza tıkıştıran annelerden varmış. Tabii bu “yemek seçmeme” olayını çok yanlış anlamışlar. Kendilerine daha faydalı şeyler yemesini tavsiye ediyor ve yeme konusunda sorunlu bir başka hayvanımıza geçiyoruz.

Timsahların aç kaldığında yavrularını yiyebildiğini bilmeyen yoktur. Timsahlar üzerine yapılan gözlemlerde, timsahların önemli bir kısmının avlarını yerken gözyaşı döktükleri görülmüş ve halk arasında bunun bir “merhamet” emaresi olduğu düşünülmüş ve “sahte gözyaşı” timsah ile özdeşleştirilip “timsah gözyaşı” denmiş. Oysa sinir sisteminde çekirdek dediğimiz yapılar vardır. Bunlar bazı salgı yapan bezlerin uyarılmasını sağlarlar. Timsahta gözyaşının salgılanmasını sağlayan “nucleus lacrimalis” ve tükürük salgısında rol oynayan “nucleus salivatorius superior” birbirine çok yakın olup sinirleri de ortaktır. Hal böyle olunca timsah, avını yemek için ağzını açtığında gözyaşı salgısı da harekete geçiyor. Yani herhangi bir merhamet, pişmanlık, duygusallık v.s yok. Bu durum sadece timsahlar için değil, bir kaza ya da herhangi bir sebepten yüz sinirleri zedelenmiş insanlarda da görülür ki buna nörolojide Bogorad Sendromu olarak bilinir.

Kurbağalar hem karada hem de suda yaşayabilen ender amfibiyenlerdendir. Özellikle bir göl ya da ırmak kenarında kurbağa ile karşılaşıldığında özellikle anneler, çocuklarına “sakın dokunma, siğil bulaşır” diye uyarıda bulunur. Kurbağaların üzerinde siğil bulunduğu, eğer ona dokunulursa bu siğilin insana da bulaşacağı inancı çoğu kültürde vardır. Kurbağadan insana siğil falan geçmez. İnsanlarda çıkan siğilin tek nedeni insanlardan taşınan virüslerdir. Kurbağanın üzerindeki siğile benzeyen şeyin siğille de alakası yoktur. Onlar, kendilerini tehlike altında hissettikleri anlarda süt benzeri zehirli bir sıvı salgılamaları için var. Bu salgının siğil bulaştırmakla uzaktan yakından alakası olmamasıyla beraber, kesinlikle kaçınılması gereken özellikleri var. Çünkü elinizde tutup sıkıştırdığınız, rahatsız ettiğiniz kurbağanın salgısı, muhtemelen derinizde ağrılı kızarıklıklara sebep olacaktır.

Tavşan denilince genelde zihnimize gelen ilk fotoğraf uzun dişleriyle havuç kemiren sevimli bir yüzdür. Hal böyle olunca da tavşanları “kemirgen hayvan” olarak kabul ederiz. Oysa nasıl ki yarasa kuş değil memeli aynı şekilde yunus ve balina balık değil memeli ise, tavşanlar da “kemirgen” değil, tavşangiller familyasının bir üyesidir. Her ne kadar dış görünüşleri ve genel özellikleri kemirgenler gibi olsa da taksonomide ayrı bir sınıfta yer alıyorlar. Benzer durum örümcekler için de geçerli. Böceklerle akraba olmalarına rağmen bir böcek türü olarak kabul edilmiyor. 

Dilimize yerleşmiş kalıpları doğrusuyla değiştirmek zor olmasa gerek..

Corona günlüğümüzde daha umutlu günlere ulaşmamıza açıklanan verilere göre birkaç hafta kaldı. Ramazan ayına intikal ettik, bereketli, huzurlu, güzel haberlerle, sağlıkla, mutlulukla geçecek bir ay temenni ediyorum.

Sevgilerle 💝

4 Comments

  1. Elifcim şu zor günlerden geçerken yazını tebessümle okudum . Gündemin ağır havasını değiştirmişsin eline , emeğine ve de aklına sağlık. Yazına gelince tek kelimeyle ba-yıl-dım, akıcı , bilgilendirici ve eğlendirici olmuş . Sevgiler.

    Liked by 1 kişi

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s