ERMENİ’Yİ DÖVDÜRMEK

Farklı versiyonları da anlatılan hoş bir fıkra vardır: Biri Türk, biri Kürt, biri de Ermeni üç arkadaş sıcak bir yaz günü dağ-bayır dolaşırken susamışlar. Etrafta suya dair bir emare göremeyince de yakındaki üzüm bağına dalmışlar. Bağın sahibi heybetli görünümlü biraz da cimri bir Türkmüş. Ermeni’yi boynundaki haçtan, Kürt’ü şivesinden, Türk’ü de gene konuşmasından ve kıyafetinden dolayı tanımış. Üç arkadaş bağın sahibinin kendisini gördüklerini fark etmeden neşeli bir şekilde üzümleri yerken bağcı gelmiş ve önce Ermeni’ye dönüp: “Hadi bu ikisi benimle aynı dinden, malım onlara helaldir de sen kimsin ki üzümleri yiyorsun” diyerek sağlam bir yumruk vurmuş. Ermeni yerde yuvarlanırken diğerleri de “bağcı haklı” diye içlerinden geçirmişler. Bağcı bu defa Kürt’e dönmüş: “Tamam sen de Müslümansın ama benimle aynı kanı taşımıyorsun. Ne hakla üzümlerimi yersin” deyip onu da yere sermiş. En sonunda Türk’ün yanına yaklaşmış: “Anladık aynı din ve ırktanız da hırsızlık yapmaya utanmıyor musun” demiş ve onu da güzelce benzetmiş. Yediği yumruktan dolayı yuvarlanıp Kürt’ün yanına gelen Türk pişmanlık dolu bakışla: “Biz Ermeni’yi dövdürmeyecektik” demiş.

“Türk halkını tanımlamak için üç özellik sırala” denilse mutlaka bir maddeye “menfaatçilik/çıkarcılık/fırsatçılık” gibi “bencillik” yüklü tutumu koyarım. Zaten uzun zamandan beri fiyatların artmasına tanıklık ediyorduk ama geçen hafta itibariyle çok farklı durumlar oldu. Artık yeni vergiler, mevcut vergilerdeki yüzdelik dilimlerin artmasıyla kendimizi çok başka bir Türkiye’de bulacağız. Hükümete artık bir sözüm yok, çünkü onların iş-bilmezliğini yıllardır anlatıp duruyoruz da bir işe yaradığı yok. Bakın mesela alınan kararlardan biri şu: yurtdışından getirilen telefonların kayıt harcı 20 bin lira oldu. Diyelim iphone’nun en üst modelini mesela Gürcistan’dan aldığınızda 20 bin lira ödüyorsunuz. Bu telefonu Türkiye’de kullanabilmek için 20 bin lira da devlete vereceksiniz. Fıkra desen değil, akıl tutulması desen o da değil. Yüzlerce mühendis bir araya geliyor, kafa patlatıyor, yazılım kuruyor, hatayı minimize eden bir ürün çıkartıyor ve tabii tüm bunların sonunda kar amacı da güderek ürünü piyasaya sunuyor. Sen ise ne o çapta firmaya ne de teknolojiye sahip olmana rağmen oturduğun yerde dünya devi bir firma ile “vergi” adı altında aynı parayı kazanıyorsun. Bu kafadaki yöneticilere ne diyeceksin? Dünyaya katma değer olarak bir şey sunma ama sunulandan tabir-i caizse haraç kes. Daha önce şu yazımda da bahsetmeye çalışmıştım, Osmanlı’da da durum aynısıymış:

Yani o yıllarda halkın söylediği deyiş hala geçerliliğini koruyor:

“Şalvarı şaltak Osmanlı (Alınan vergilerden dolayı vergi memurunun şalvarının bol olma durumu)

Eyeri kaltak Osmanlı (Silah taşımaya müsait eyer)

Ekende yok biçende yok (Ekerken de biçerken de yanımızda değilsin)

Yiyende ortak Osmanlı” (Ama mahsulü aldığımızda vergiyle malımıza ortak oluyorsun)

Dediğim gibi hükümete artık söyleyebileceğim bir şey yok ama ben halkı anlamakta zorlanıyorum. Alkole zam geliyor, alkol almayan grup: “iyi oluyor, içmesinler”. Sigaraya zam geliyor, içmeyen grup (hatta muhalifler dahil) “iyi oluyor, hatta daha da artsın”, kiralar artıyor, ev sahipleri “ne yapalım, bir evimiz var, aynı apartmanda x’e oturan var, ben enayi miyim daha ucuza vereyim” derken emlak vergisi artınca bu defa kiracılar: “beter olsun ev sahipleri, evim yok ben mi düşüneyim” diyor. Arabası sahibi olmayan, otomobil fiyatlarının artmasına bir şey demezken, diğeri ekmek fiyatlarının artmış olmasını umursamıyor. Damatlık kontenjanından Ekonomi’ye yön vermiş bakan eskisinin “dolarla mı maaş alıyorsunuz. size ne dolar artıyorsa” demesi gibi hepimizde bir saçmalık hakim. Bu da cehalet yüklü bencillikten kaynaklı. Mesela herkesin “ekmeğinin peşinde” olmasında sorun yok. Yani asgari ücretlinin, memurun, işçinin, emeklinin kendileri için zam istemesi anlaşılır bir durum. Ama toplamda hepsine yapılan zamlar, piyasanın daha da kötü olmasına, enflasyonun, işsizlik sayısının artmasına sebep oluyor. Maaşın iki kat artınca alım gücün bırak artmayı daha da azalıyor. Bunu göremeyip hala maaşlara zam isteniyor. Çünkü herkes sadece kendisini düşündüğü için Ermeni’nin dövülmesine ses çıkarmıyor. Fıkradaki Türk’ün dayağı yedikten sonra geç de olsa aklı başına geliyordu ama realitede aklı başına gelen insanları görmek pek mümkün olmuyor.

Martin Nimöller Alman bir rahip. Nazi Almanya’sında yaşanılan zulümlere ses çıkarmadığını ama bir süre sonra kendisinin de benzer bir akıbete uğradığını pişmanlık dolu sözlerle şöyle anlatıyor:

“Naziler komünistler için geldiğinde sesimi çıkarmadım; çünkü komünist değildim. Sosyal demokratları içeri tıktıklarında sesimi çıkarmadım; çünkü sosyal demokrat değildim. Sonra sendikacılar için geldiler, bir şey söylemedim; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudiler için geldiler, sesimi çıkarmadım, çünkü Yahudi değildim. Benim için geldiklerinde, sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.”

İyi Pazarlar.

7 Comments

  1. Evet maalesef insanlarimiz olanlar karsisinda duyarsiz olunca bastakiler bindikce biniyor tepesine. Israilde insanlar haklarini ariyor cunku ancak birlikte olunca haklarini arayabiliyor insanlar. Fransiz toplumu kendi haklarini arama konusunda sampiyon; devletin hemen her yaptiriminda sokaklarda ve haklarini ariyor insanlar. Boylece yoneticiler insanlara zirt pirt istediklerini yaptiramiyor ve hergun insanlar koyun gibi gudulmuyor.
    Iyi Pazarlar.

    Liked by 1 kişi

    1. Merhaba Aydın Bey,

      Aslında yazı uzayacak diye Fransa olaylarından bahsetmek istemedim. Çok güzel örnek, Fransa halkının en ufak bir “kabullenmeyiş”te protesto hakkını kullanması. Fransa’da son olaylar yaşanırken bizde, özellikle sosyal medya yorumlarında şu dikkatimi çekti: bir kesim “iyi oldu Fransızlara, geçmişteki sömürgeci politikasının cezasını çekiyorlar” derken bir kısım insan da “çocuk zaten uyuşturucu kaçakçısıymış, bunu bahane olarak gösterip de sağa sola saldırmanın anlamı yok” gibisinden yorumlar yapıyordu. Hiç kimse sizin de bahsettiğiniz gibi onların rutini olan protesto ve eylem kültürüne atıf yapmadı. Sokaklar bizim dostumuz ve bence her şey ona küsmemizle başladı 🙂

      Teşekkür ederim. İyi haftalar diliyorum..

      Beğen

  2. “Hükümet” kavramını kullanmanızı yadırgadım. 10 sene öncesine kadar varolan paradigma ve kavramlarla günümüzü yorumlamak ve anlatmak mümkün değil. Her ne kadar “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” kavramı içinde hükümet sözcüğü geçse de, mevcut rejim, TekAdam rejimi olduğundan, hükümet kavramı yerine, iktidar kavramını kullanmak yerinde olur kanısındayım. yazılarınızı beğenerek okuyorum. Yüreğinize, kaleminize sağlık.

    Liked by 1 kişi

    1. Teşekkür ederim. Eleştirinizde haklı olabilirsiniz elbette ama ben bu yeni sisteme pek alışamadım 🙂 Muhtemelen iki seçim sonra Recep Bey’in yeniden Cumhurbaşkanı adayı olabilmesi için yeni bir rejim değişikliği yapılacaktır, o yüzden şahsi lügatimize yeni terimler yükleyip külfete girmeyelim 🙂 (yalnız nasıl bir öğrenilmişlik çaresizlik ise 2033’de Tayyip Erdoğan’ın hala aday olabileceğini kabullenebiliyorum..

      Beğen

Yorum bırakın