TAHRİK OLMAK

Başka ülkelerde nasıldır bilmiyorum ama bizim ülkemizde insan öldüren, yaralayan, darp eden, taciz ve tecavüz gibi eylemlerde bulunanların ve onları savunanların tutunduğu tek dal “(ağır) tahrik” oluyor.

“Mini etek giyinmişti tahrik etti”

“Küfür edip tahrik etti”

“Cins cins baktı tahrik etti”

gibi savunma cümleleri. Mesela Toplum ve Bilim Dergisi’nin, “Erkeklerin öldürme hakkı: Erkeklik indirimi” başlıklı, yargıya taşınmış davaların üzerinden yaptığı araştırmada, erkeğin, eşine yönelik öldürme, darp gibi eylemlerinde en çok kullandıkları savunma cümlesinin “Erkekliğime dokundu” olduğunu belirtmişler. Demek ki bu kerameti kendinden menkul cümle cezada indirime sebep oluyor ki bu şekilde savunma yapılıyor. Merak ediyorum, acaba eşini öldüren, yaralayan bir kadın: “Kadınlığıma dokundu” diye bir cümle kurup indirimden faydalanabiliyor mudur? Sanmıyorum. Oysa bana göre özellikle kadınlara karşı taciz, tecavüz, şiddet gibi konularda “tahrik etti” ifadesi cezayı azaltıcı değil, arttırıcı unsur olmalı. Böylece “tahrik” suçu örten bir neden olmasın. Ne kadar doğrudur bilinmez; İngiltere’de, bir akşam parkta genç bir kıza sözlü tacizde bulunan biri hakim karşısına çıkarılmış. Hakim ceza olarak 7 yıl 7 gün hapis cezası veriyor. Kararın nedenini sorduklarında da: “7 gün sözlü taciz için, 7 yıl da akşamları genç kızlar rahatça sokaklarda dolaşabilsin diye” cevabını vermiş. Dediğim gibi doğrudur ya da sokak efsanesidir bilmiyorum ama hani büyük bir kıyıma, suça sebep olmuş kişiler için “İbret-i alem için Taksim Meydanı’nda sallandıracaksın” denir ya, işte bu “tahrik” bahanesi için de bir üst sınır belirleyeceksin ki bir daha kimse bu sebebe sığınmasın.

Herkes doğal olarak herhangi bir “uyarım” neticesinde tahrik olur. Burada öne çıkan durum “değer yargıları”, “dünyayı anlama ve yorumlama” gibi faktörlerdir. Kimisi eyleme döker, kimisi otokontrol mekanizmasını devreye sokar. Mesela Trabzon’da, başta Fenerbahçe forması olmak üzere herhangi bir takımın formasını giyip sokakta dolaşamazsın, Trabzon halkı tahrik olur. Hemen her Ramazan ayında Erzurum, Konya gibi “sokakta yemek yediği için darp edildi” haberini okuruz. Yöre halkı Ramazan ayında sokakta yemek yenmesinden tahrik olur. Yanlış anlaşılmasın, bu şehirlere “gerici” damgası vurmuyorum. Nispeten “elit” diye bilinen Kadıköy Bağdat Caddesi’nde de üzerinde Galatasaray forması ile dolaşamazsın, mutlaka tahrik olacak birileri bulunur. Kimisi mini etekten veya bir voleybolcunun taytından, bir başkası tesettürden, diğeri bir parti rozetinden ya da birinin ırkından, inancından, ötekisi “damacana”dan tahrik olur. Ama “sağlıklı bir toplum” için önem arz eden konularda tahrik olan insan sayısı çok azdır. Mesela kamu kurumlarından T:C ibaresinin kaldırılmasından, “Andımız”ın yasaklanmasından, Kızılay’ın önündeki Türk ibaresinin kaldırılmasından tahrik olunmaz. Eğer o beldede yaşamıyorsak mesela zeytin ağaçlarının yok edilmesinden veya öğrenci değilseniz herhangi bir üniversiteye keyfekeder rektör ataması yapılmasından da tahrik olmayız, ne tuhaf…

Türkiye Cumhuriyeti’nin uluslarası düzeyde tapusu olan, 1923 yılında imzalanan Lozan Antlaşması’nda Musul ve Kerkük sorunu çözüme kavuşturulmaz. İngiltere ile bir türlü uzlaşmaya varamayız. Onlar hak iddia eder, biz “bizim” deriz ve olay Milletler Cemiyeti’nde görüşülmek üzere rafa kaldırılır. Tabii İngiltere pes etmez ve özellikle Musul’un idaresinin kendilerinde olması gerektiğini yüksek sesle söylemeye başlar ve iki ülke savaş pozisyonu alır. Güneydoğu’ya savaş için asker gönderilir. Ne hikmetse aynı günlerde Şeyh Sait diye güya Allah yolunda savaştğını iddia eden bir adam örgütlü bir şekilde isyana kalkışır. (Rahmetli Uğur Mumcu “1919-1925 Kürt-İslam Ayaklanması” adlı kitabında bu ayaklanmasının nasıl başlayıp geliştiğini, dış devletlerden nasıl destek aldığını belgelerle ortaya koyar) İngilizler ile savaşmaya hazır olan Türk ordusu mecburen yönünü bu ayaklanmaya çevirir. Sonuç olarak bu isyan bastırılır ama hem birçok Türk askeri vefat etmiş hem de Musul elden gitmiştir.

Diyarbakır’da 2019’dan beri mevcut hükümetin atadığı kayyum, Belediye Başkanlığı görevini icra ediyor. Şehirde açılacak bir bulvara “Şeyh Sait Bulvarı” adı verilecekmiş. Daha önce de Şeyh Sait ismi seçim malzemesi yapılmıştı.

Ülkenin ordusuna silah sıkmış, Musul’un kaybedilmesine sebep olmuş kime, neye hizmet ettiği belirsiz bir varlığın isminin idareciler tarafından yüceltilmesinden tahrik olan var mıdır acaba? Asıl merak ettiğim şu: Belediye Başkanlığı’na kayyum atanmasaydı ve hala HDP idaresinde olsaydı açılacak bulvara onlar da bu adı verebilirlerdi ki daha önce bir mevkinin adını “Şeyh Sait Meydanı”  diye değiştirdikleri vaki. E şimdi kayyum idaresi ile HDP arasındaki fark nedir?

Değişsin her şey…

Daha evvel Türkiye Cumhuriyeti rejimine düşman İskilipli Atıf’ın adını hastaneye, Milli Mücadeleye karşı olan, Atatürk için tutuklama emri veren, ülke düşmanlar tarafından kuşatıldığında kendisinden onlarca yaş küçük kızı beşinci eş olarak alan Vahdettin’in adını sokaklara verenler mesela bir mezarlığa Curcan ve Talkan katliamlarında onbinlerce Türk’ün ölüm emrini veren Kuteybe Bin Müslim’in adı verilsin. Bir metro istasyonunun adı Menemen’de Asteğmen Kubilay’ı öldüren Derviş Mehmet olsun. Aman Kurtuluş Savaşı sırasında Yunan ordusu komutanı Trikopis’in ismi de unutulmasın!

İyi Pazarlar..

2 Comments

  1. Merhaba Elif,
    Tahrik olacak o kadar seyimiz var ki vatandas olarak, ama sagduyulu olan buyuk kesim bir turlu olmuyor. Cahil kesimin ise tahrik olmaktan yana hic bir sorunu yok, cunku sistemi iyi biliyorlar ve iyi de kullaniyorlar.
    Seyh Saite yine nazire yapmalari bence secim yatirimidir. Yine cahil kesimin gonlunu alacak, arka tarafini opecek ve oy toplayacaklar.
    Iyi haftalar,
    Aydin Erturk

    Sent from my T-Mobile 5G Device
    Get Outlook for Androidhttps://aka.ms/AAb9ysg

    Liked by 1 kişi

Aydin Erturk için bir cevap yazın Cevabı iptal et