SÜPERGÜÇLER VE SÜPÜRGEÇLER

“İnsan dili konuşmaz, dil insanı konuşur”

demiş Martin Heidegger. Bir anlamda eskilerin: “üslub-u beyan, ayniyle insan” sözü gibi. Yani “ne” söylediğinden çok, “nasıl” söylediğin önemli diyorlar. Bence doğru ama eksik. “Doğru” kısmını açıklamaya gerek yok, ben “eksik”liğe değinmek istiyorum. Dil, kişisellikten çok toplumsal bir olgudur. Dünyada sadece senin bildiğin bir dil üzerinden herhangi biriyle iletişim kuramaz, hayata, yaşadıklarına, duygularına anlam katamazsın. Yani dil, kişinin değil toplumun bir yansıması olarak varlığını sürdürür. Mesela Türk toplumunda “özür dileme” sık kullanılan bir durum değildir. Bu yüzden de Türkçede “özür” kalıpları bulunmaz. “Özür” kelimesi Türkçe değildir. Aynı şekilde “afedersin”deki “af”, “bağışla beni”deki “bağış”, “kusura bakma”daki “kusur” başka dillerden dilimize geçmiş kelimelerdir. Artık Türkçeleştiğini düşündüğümüz bu ifadelerle gündelik hayatta çok da karşılaşmayız. Her ne kadar “özür dilemek erdemli insanların yapacağı bir davranış” diye yüksek perdeden konuşsak da hatasını, yanlışını, suçunu, günahını kabul eden insan sayısı azdır bu topraklarda. Özellikle İngiltere başta olmak üzere İngilizcenin hakim olduğu topraklarda günlük hayatta en çok kullanılan kelime: “sorry”dir. İngiliz antropologlar bunun nedenini: “İngilizlerin empati duygusu son derece geniştir” diyerek açıklıyor. Benim bu düşüncede de tereddütlerim var zira “bencilliğin merkezi” diyebileceğimiz Amerika’da “excuse me” geçmeyen bir diyalog başlangıcına şahit olmak pek mümkün değil. Sömürgeleri saymazsak Fransızcada da benzer şekilde en fazla kullanılan kelime “pardon”. Burada ilginç olan durum şu: hayatı boyunca özür dilememiş hatta “ben kimseden özür dilemedim, dilemem de” diye sanki çok matah bir davranış sergiliyormuş gibi bir de bununla övünen bir Türk’ün, İngilizce ya da Fransızca konuşurken en çok “sorry” veya “pardon”u kullanması. Demek ki insan bir dili konuşurken ister istemez o dilin yansıttığı duygu durumlarını, ifade şekillerini hayatına eklemlendiriyor. Ama ana diline döndüğü zaman, kendi gerçekliğine de dönmüş oluyor. (Yeri gelmişken, benim “ana dil”e bakışımda biraz farklı. “Ana dil” denildiğinde “insana anne olan dil” geliyor hemen akla. Oysa bence sen dile anne oluyorsun. Onu içinde var ediyor, büyütüp besliyorsun)

Özür dilemek gibi “teşekkür etmek”te de Türkçe özelinde kısırlık yaşıyoruz. “Teşekkür” Türkçe değil ve karşısına koyacağımız hiçbir kelime yok. Ama bunu tek kelime ile olmasa da kalıplarla aşmışız. Mesela İngilizcede çoğu durum için “thanks” yeterli geliyor. Bir de şöyle bir anlayış farkı var: biz iyi dilekleri kişiye yüklerken, onlar yapılan işe odaklanıyor. Biz afiyetle bitirdiğimiz bir yemek sonrası yapan kişiye “eline sağlık” derken, onlar yapandan çok yapılana odaklanarak “good job” diyor. Yani özür dilemek konusunda ne kadar cimri isek, takdir etme, beğenme, iyi dleklerde bulunma konusunda o kadar cömertiz. “Sağol/sağ ol”, “yaşa”, “çok yaşa”, “var ol”, “eline sağlık”, “emeğine sağlık”, “Allah razı olsun”, “eksik olma”, “berhüdar ol”, “ömrüne bereket”, “ellerin dert görmesin”, “annene/babana/atana rahmet”, “hayırlara karışasın” gibi kullanımların yanında cansın”, “adamsın”, “gözümsün” gibi argovari ifadeleri de eklersek ve sayamadığımız onlarca cümle grubunu hesaba katarsak listenin ne kadar kabarık, hepsinin merkezinde de karşımızdakinin ve ona duyduğumuz minnetin, iyi niyetin olduğunu görürüz.

“Bizim halk zayıflığı sevmiyor. Bir ortamda mütevazı olmaya kalkarsanız saygı hemen azalmaya başlar, hissedersiniz” diye bir tespitte bulunuyor Nuri Bilge Ceylan. Ne yazık ki doğru bir tespit. Ve maalesef özür dilemek de bizim toplumumuzda zayıflık göstergesi. Kendi hayatımda hatalıysam, kusurluysam karşımdaki ne düşünecek, zayıf mı görecek gibi hissetmeyip hiç yüksünmeden özürümü dilerim. Ama madem özür dilemede pinti, teşekkür etme konusunda bu kadar bonkörüz ve bu durum ne yapsak da değişmiyor; özür dilemek her ne kadar yüce bir davranış gibi göründüğü halde kullanıma geçtiğimizde karşımızdakinin karşısında zayıf düştüğümüzü düşünüyor, gereksiz minnet duygusunu ortadan kaldırmak istiyoruz, o halde özürün yerine teşekkür kalıplarını kullanabiliriz diye düşünüyorum. En azından bunu yapabiliriz.

– Geç kaldığım için özür dilerim (Beklediğin için teşekkür ederim)

– Kusura bakma başını ağrıttım (Bana zaman ayırıp dinlediğin için teşekkür ederim)

– Sesimi yükselttiğim için özür dilerim (Sabır gösterdiğin için teşekkür ederim)

v.s

Her geçen gün umudum azalsa da elimizde hala iyilikleri, güzellikleri artıracak “süpergüç”lerin ve kötülükleri, çirkinlikleri, kusurları, hataları süpürüp geçeceğimiz “süpürgeç”lerin olduğuna inanıyorum. Hakkıyla ve içtenlikle söylenmiş “özür dilerim”, “kusura bakma” gibi “süpürgeçler”; “nasılsın”, “teşekkür ederim” gibi “süpergüçler”miz aslında hiç bitmeyen sermayelerimiz… Keşke farkına varsak…

Gözlerinizi yorduğum için özür dilerim.

Okuuduğunuz için teşekkür ederim 🙂

3 Comments

  1. Elif, Bu yazin bana gecenlerde saniyorum Bagdat Caddesinde yururken yasadigim bir olayi hatirlatti; Kucuk bir kiz yururken scooterla arkadan ayagima carpti ben ondan bir ozur beklerken annesi onun yerine ozur diledi. Ben kiza nedenini sorarken annesi hemen atlayip “o bilir ama soylemez” gibi abuk bir savunma yapti, bence ozuru kabahatini asti…
    Iyi haftalar,
    Aydin Erturk


    Liked by 2 people

    1. Merhaba Aydın Bey. Öncelikle geçmiş bayramınızı kutluyorum. Ne yazık ki kibirden burnu yere düşse almayacak insanlarla karşılaşıyoruz ve bu bizim canımızı çok sıkıyor. Zamanla kimimiz de onlara benziyor hatta dönüşüyor. Oysa nezaket kuralları çok basit ve sermayesi sonsuz. Yani yapıldığı takdirde insandan hiçbir şey götürmüyor. Hani eskiler demiş ya “el öpme ile ağız aşınmaz” diye, özür dilemekle de aşınmıyor, kendimden biliyorum 🙂

      Mutlu haftalar…

      Beğen

Yorum bırakın