Efsaneye göre Kıbrıslı heykeltıraş Pygmalion, hiçbir kadını güzel bulmazmış. Bir gün fildişinden bir kadın heykeli yapmış ve Galatea adını verdiği heykele aşık olmuş. Pygmalion’un bu saplantılı hislerini uzaktan izleyen aşk tanrıçası Afrodit (Roma mitolojisine göre Venüs) dayanamamış ve heykele ruh verip canlanmasını sağlamış. Böylece Pygmalion ile Galatea mutlu mesut hayat yaşamışlar.

Salvador Dali’nin Galatea of Spheres adlı tablosu. Dali’nin eşinin adının Gala olması elbette hoş bir tesadüf ama benim görüşüme göre Dali de Pygmalion’a öykünüp kendi sevdiceğinin resmini yapmış.
Psikolojide “Pygmalion etkisi” ya da “kendi kendini gerçekleştiren kehanet” olarak yer alan duruma göre; bir kişi, bir nesne ya da bir kavrama dair beklentiler ya da tutumlar eğer “algı” aşamasına gelirse mutlaka gerçekleşecektir. Meşhur anlatıyı duymuşsunuzdur: bir ip cambazı olan Karl Wallenda rüyasında ipten düştüğünü eşine anlatır. Rüya o kadar tesir eder ki iki-üç ay boyunca zihninde hep aynı filmi canlandırır ve bir süre sonra da gerçekten ipten düşüp ölür. O güne kadar ipten düştüğünü belki de “algı” olarak kafasında hiç canlandırmamış Wallenda belli ki rüyasına fazla anlam yükleyerek ne yazık ki kendi kehanetini gerçekleştirmiş.
Bu durum ile ilgili sayısız özdeyişimiz, atasözümüz, batıl inancımız var:
“Aklıma gelen/korktuğum başıma geldi”
“Sakınan göze çöp batar”
“Bir şeyi kırk kere söylersen olurmuş”
“Kara kedi gördüm, uğursuzluk gelecek”
“Çok güldük, başımıza bir şey gelmesin”
“Ben demiştim”
“Böyle olacağını biliyordum”
v.s
Baktırdığı falda, gördüğü rüyada, içinden gelen histe, çevreden duyduğu “ihtimal” ile eşinin veya sevgilisinin kendini aldattığını düşünen insan, bunu “algı” aşamasına getirdiği anda aldatmanın gerçekleşmesine zemin hazırlayan davranışlar sergilemeye başlıyor. Gerçekten aldatıldığını öğrendiğinde de “şüphelerimde haklıymışım”, “ilk günden beri biliyordum” diyor. Psikoloji de şöyle diyor: “bu tip olumsuz durumlara yoğunlaştığın anda farkında olmasan da tavırların değişiyor, sürekli şüpheci yaklaşıyorsun. Bir noktadan sonra amiyane tabirle “eşeğin aklına karpuz kabuğu getirdiğin” için de kendi kehanetini gerçekleştirmiş oluyorsun.” (Tabii aldatıldığına dair his, fal, rüya, söylenti gibi parametreler dışında somut kanıtlar varsa, o durum bu etkinin konusu değil.)
Pygmalion etkisi elbette sadece olumsuz durumlar için kullanılmıyor. Zaten çıkış hikayesi olumlu bir durumun göstergesi ama insan doğası “negatif”e daha fazla meylettiği için yansımalar da olumsuzluk üzerinden kendini gösteriyor. Yukarda günlük hayatta sıkça kullandığımız ya da duyduğumuz birkaç cümle yazdım ki benzer şekilde sayısız ifade daha yazabiliriz. Peki olumlu durumlara örnek olabilecek kaç cümle sayabiliriz? Ne kadar bulursak bulalım hemen hepsi “inanmak, başarmanın yarısıdır”, “kendini tanı” gibi direktif veren sözlerden müteşekkil olacaktır. Olumsuz durumlar ne kadar “ben” hitaplı ise, olumlu durumlar da bir o kadar “sen” hitaplı. Biri “içsel”, diğeri “dışsal”. Yani tuhaftır, insan olarak çoğunlukla olumsuz durumları kendi düşüncelerimiz, olumluyu ise başkalarının söz ve davranışları belirliyor. Oysa bunun tersi olması gerekir ki, her ne kadar sayıları az olsa da bunu yapabilen insanlar var.
Bu konuyla alakalı yapılmış son derece çarpıcı bir deney var: Rosenthal Deneyi. ilkokul 5. sınıfı bitirmiş 18 farklı sınıftaki öğrenciler zeka ve yetenek seviyesine tabi tutulmuş. Öğrencilerin %20’si üstün zeka olarak değerlendirip sınıf öğretmenlerine bildirilmiş. Aradan geçen bir senelik zaman diliminde tekrardan test yapıldığında üstün zeka olarak değerlendirilen öğrenciler, yeni testte diğer öğrencilerden çok daha başarılı olmuş. Burada önemli olan nokta: aslında ilk başta “üstün zekalı” dedikleri çocukların hepsi de normal zekaya sahipmiş ve bu durumu öğretmenlerden gizlemişler. Peki diğer öğrencilerle aralarında fark olmayan sözde üstün zekalar nasıl daha başarılı olmuş? Öğretmenler durumdan habersiz oldukları için gerçekten onların üstün zekalı olduklarına inanmış ve daha yakın, daha ilgili davranış sergilemişler. Bu da o öğrencilerin başarılarını etkilemiş.
Dikkat ettiyseniz deneyde çocuklar kendi durumlarının farkında değil. Yukarda söylediğim gibi, kendimizdeki “olumlu”yu ancak bir dış uyarıcı aracılığıyla farkında olabiliyoruz ve bu durum belli ki çocukluktan itibaren başlıyor. Ve sağlıklı doğmuş her birey, potansiyel “üstün zekalı” ya da daha genel ve kapsayıcı tabirle “başarılı”dır. Yeter ki doğru adımlar, doğru düşünceler ve en önemlisi doğru sözlerle iletişim kurulabilinsin.
Şurada https://elifata.com/2021/07/11/dort-anlasma/ tanıtımını yapmaya çalıştığım kitapta yazar: “Söz büyüdür. İnsan sözü kullanma yetisine sahip bir büyücüdür. Sözün gücünü yanlış şekilde kullanarak sürekli kara büyü yaptığımız söylenebilir. Sözün büyü olduğunun farkında bile olmaksızın…” diyor. Sözün büyü olduğu doğru ama bence eksiktir. Zira söz, aynı zamanda büyütür… (hem mecaz hem gerçek anlamda)
İyi Pazarlar
1 Comment