“Neden klasik eserleri okuyoruz? Yaşadığımız zamandaki yazılanlar neden o eski insanların yazdıkları kadar etkilemiyor? “Eski”nin büyüsü mü, pazarlamanın gücü mü yoksa bilge insanların sözleri mi?” diye sorular soruyorum kendime ve cevaplar arıyorum. Klasik edebiyatın çekiciliği, aslında çok katmanlı bir psikolojik ve kültürel bir olgudur. Bu eserlerin popülaritesi, basit bir pazarlama taktiğinden çok daha derindir. Klasik eserlerin cazibesi, insani deneyimin evrensel ve zamansız yönlerini yakalamasından geliyor. Shakespeare, Tolstoy, Kafka gibi yazarlar, insan doğasının en temel duygularını ve çatışmalarını öyle bir ustalıkla işlerler ki, yüzyıllar geçse de bu eserler güncelliğini korur.
Pazarlama açısından bakarsak, klasik edebiyat aslında kendiliğinden bir “marka”dır. Okul müfredatları, edebiyat dersleri, kültürel kodlar bu kitapları sürekli gündemde tutar. Ama bu, onların değerini azaltmaz, aksine pekiştirir.
Basitçe düşünelim:
Shakespeare’in “Hamlet”i iktidar, intikam, varoluşsal sorgulamalar üzerinedir.
Tolstoy’un “Savaş ve Barış”ı insanlık hallerinin en etkileyici panoramasıdır.
Kafka’nın “Dönüşüm”ü modern insanın yabancılaşmasının metaforudur.
Bu eserler, sadece hikaye anlatmaz. Onlar insan ruhunun haritasını çıkarır. Her okuyuşunda farklı katmanlar keşfedebileceğiniz, her dönemde size bir şeyler söyleyebilen metinlerdir. Dolayısıyla, klasik edebiyatın popülaritesi ne salt pazarlamanın ne de salt bilgeliğin ürünüdür. Bu, insan ruhunun evrensel dilini yakalayabilmiş eserlerin zamana meydan okuyan gücüdür.

Mesela Shakespeare’in Romeo ve Juliet aslı eserinde şöyle bir diyalog yer alır:
Benvolio, Romeo’ya: “Beni dinle ve onu düşünme, unut” deyince, Romeo: “Öğret bana, nasıl unutulur düşünmek” diye cevap verir. Shakespeare’in Romeo’ya söylettiği bu derin cümle, insan zihninin en hassas ve karmaşık yönlerinden birine dokunuyor. “Nasıl unutulur düşünmek”… Bu ifade, hafızanın ve düşüncenin acıyla, aşkla olan çok katmanlı ilişkisini mükemmel bir şekilde özetliyor.
Unutmak ve düşünmek, insan zihninin iki karşıt ama bir o kadar da birbirine bağlı gücüdür. Bazen bir kurtuluş, bazen de bir tuzak. İnsan hafızası, bir bakıma bir yük taşıyıcısı gibidir. Bazı anılar o kadar ağırdır ki taşımak imkansızlaşır, bazı anılar o kadar hafiftir ki rüzgarda savrulup gider. Düşünmek ise bu yükün hem taşıyıcısı, hem de mimarıdır.
Unutmak, yaralarımızın pansumanıdır. Travmaların üzerini örten yumuşak bir örtüdür. Savaş gazisi için geceleri rahat uyuyabilmenin, aşk acısı çeken için yeniden hayata tutunabilmenin yegane yoludur. Hafıza, kimi zaman acıyı silmek için bir merhamet mekanizmasıdır. Unutmak, insan ruhunun kendini yenileme yeteneğidir.
Ama düşünmek… Düşünmek bir labirenttir ki çıkışı yoktur. Her düşünce yeni bir koridora açılır. Kaygılar ürer, senaryolar çoğalır. Bir iş görüşmesinden saatler sonra hala “ya şunu yapsaydım” diye dönen zihin, kendini yargılayan bir hakimdir adeta. Düşünmek, bazen insanı kendi zindanında tutsak eden bir gardiyan gibidir.
Unutmak, hafif bir rüzgardır ki geçer ve temizler. Düşünmek ise bir fırtınadır ki her şeyi yerinden söküp atar. Ancak paradoks şurada: “unutmak” ve “düşünmek” olmadan insan eksiktir. Unutmak, acıdan kurtarır ama hayattan da koparır. Düşünmek, insanı geliştirir ama aynı zamanda tüketir.
İşte Shakespeare’in büyüklüğü burada: O, insan zihninin bu karmaşık dokusunu birkaç kelimeyle yakalayabiliyor: “Nasıl unutulur düşünmek”… Bu cümle aslında insan psikolojisinin özeti gibidir.
Unutmak ve düşünmek deyince iki kavramdan da biraz bahsetmek isterim. “Overthinking” ve “hafıza sarayı”.
İnsan zihni, harikulade bir labirent gibidir. Zihnimizin içinde dolaşırken bazen kaybolur, aynı düşünceleri tekrar tekrar döndürüp dururuz. Bu duruma “overthinking” yani “aşırı düşünme” deriz. Aşırı düşünme, genellikle bir problem üzerinde derinlemesine düşünürken ortaya çıkar ama bu düşünceler bir çözüm yerine bizi daha çok karmaşaya sürükler. Overthinking, aklın, kendine kurduğu bir tuzaktır. Zihnimiz, küçük bir düşünceyi alır ve onu bir kartopu gibi büyüterek devasa bir çığa dönüştürür. Bir kez başladığında, sanki durdurulamaz bir girdabın içine çekilmiş gibi hissederiz; ne kadar çok düşünürsek, o kadar çok yeni sorular, yeni korkular ve ihtimaller üretiriz. “Ya yanlış yaparsam?”, “Ya istediğim gibi olmazsa?”, “İnsanlar ne düşünür?” gibi bitmek bilmeyen düşünceler birer yankı misali zihnin duvarlarında çarpıp durur. Sonunda karar almanın imkansız olduğu bir noktaya geliriz; çünkü her ihtimali, her detayı tekrar tekrar tartmış ama hiçbir sonuca ulaşamamışızdır. Düşünceler üst üste yığılır, bir problem çözmek için başladığımız süreç, bizi daha da içinden çıkılmaz bir hale getirir. (Bu satırları yazarken aslında “overthinking”in “aşırı düşünme” değil de “aşırıyı düşünme” diye çevrilmesinin daha doğru olacağını düşündüm)
Hafıza Sarayı ise insan zihninin bilgiyi depolama ve hatırlama konusundaki en etkileyici yeteneklerinden biridir. Antik Yunan ve Roma döneminde retorik eğitiminde kullanılan bu teknik, bugün bile hafıza sporcuları ve bilişsel performans uzmanları tarafından yaygın olarak kullanılmaktadır. Temel prensibi basittir: Zihinsel olarak çok iyi bildiğiniz bir mekanı (şu an ki ya da çocukluk dönemindeki eviniz, ilkokulunuz, sevdiğiniz bir sokak) hayal edin ve hatırlamak istediğiniz bilgileri bu mekanın farklı köşelerine, odalarına, mobilyalarına yerleştirin. Basitçe birkaç örnek vereyim: yabancı dil öğrenen biri, evin mutfağı ile irtibat kurararak zihninde mesela buzdolabına “fiiller”i, mutfak masasının üzerine “isimler”i, mutfak tezgahının üzerine “sıfatlar”ı yerleştirerek kolayca kategorize edebilir. Alışverişe çıkacaksınız diyelim, listedeki ürünleri evin farklı odalarına yerleştirerek kolayca hatırlayabilirsiniz. Büyük bir “karpuz” “salon”un baş köşesinde oturuyor, “mutfak”ta “süt” taşmak üzere, “banyo”da “çilek”ler yuvarlanıyor, “balkon”da karıncalar yuvalarına “ekmek” kırıntısı taşıyor v.s… Yani hafıza sarayının başarılı bir şekilde uygulanması için mekan çok iyi seçilmeli, bilgiler çarpıcı, abartılı ve kimi zaman komik şekilde yerleştirilmelidir.
Herhangi bir yerde rastlamadım ama overthinkingin hafıza sarayı metodu ile aşılabileceğini, en azından şiddetinin azalabileceğini düşünüyorum. Diyelim ki önemli bir karar almanız gerekiyor ve bu karar üzerinde aşırı düşünmekten bitap düşüyorsunuz. “Ya yanlış yaparsam?”, “Ya düşündüğümden daha kötü sonuçlanırsa?” gibi sorular aklınızı sürekli meşgul ediyor. Bu noktada hafıza sarayı devreye girebilir. Zihninizdeki bu kaosu bir düzene oturtmak için, her bir kaygıyı ve düşünceyi bir oda gibi hayal edin. Her oda, bir sorunu temsil ediyor ve bu odalarda dolaşarak onları tek tek ele alabilirsiniz. Örneğin, zihninizde bir saray inşa edin. Bu sarayda bir oda, “Yanlış karar alırsam” korkusunu temsil etsin. Diğer odada, “İnsanlar beni yanlış anlayacak mı?” sorusunu barındırın. Bu odaların her birini gezip zihninizde o korkuların ve düşüncelerin derinlemesine analizini yaparken, onlara mantıklı çözümler bulabilirsiniz. Böylelikle kaotik ve karmaşık görünen düşüncelerinizi hafıza sarayı yöntemi ile bir sıraya dizip her birini yönetilebilir hale getirebilirsiniz.
Yazdıklarımı tekrar okuyunca (en azından son kısmı) kendimi sanki hayatı yemiş, bitirmiş, sindirmek için bir şeyler arıyormuş izlenimi vererek sürekli hikmet yumurtlayan kimi kişisel gelişim uzmanları gibi hissettim 🙂 Yok öyle bir şey. Şunu biliyorum ama: Modern tıbbın ve farmakolojinin öncülerinden biri olarak kabul edilen Paracelsus’a ait çarpıcı bir söz vardır: “İlacı, zehirden ayıran dozudur”. “Yaşam kaynağı” olarak bildiğimiz “su” bile fazla tüketildiğinde zehirlenmeye yol açabiliyorken orantısız bir şekilde unutmak veya düşünmek ruhu nasıl zehirlemesin? İnsan zihninin en büyük trajedisi de sanırım bu. Düşünmenin de, unutmanın da kimi zaman nimet, kimi zaman lanet olması…
Güzel Pazarlar
Elif, bana gore klasik edebiyat tipki klasik muzik gibi asirlardir insanlarin ruhunu ve dusunebilme yetenegini etkilemeye devam ediyor. Insanlar yasadigi surece bu degismeyecek gibi gorunuyor; okuyana, dusunene ve dinleyene kazanc kaynagi oluyor bu eserler. Bunlardan haberi olmayan ve nasibini almayan bazilari politikaci oluyor ve ulke yonetiyor…
Iyi pazarlar dilerim.
BeğenBeğen