DOKUNULMAZ HAYATLAR

Günümüzün dijital dünyasında, giderek daha az fiziksel temas içeren bir topluma doğru evriliyoruz. Ekranlarımızın arkasından birbirimizle etkileşime girerken, belki de insanlık tarihinin en temel iletişim biçimlerinden birini – dokunmanın dilini – kaybediyoruz. Tokalaşmalar, omuza dokunmalar, sarılmalar ve diğer fiziksel temaslar, bir zamanlar sosyal etkileşimin merkezindeydi. Şimdi ise, emojilerle ve kalp işaretleriyle bu içgüdüsel fiziksel bağlantıyı taklit etmeye çalışıyoruz.

İnsanoğlu, dokunma duyusunu geliştirmeye doğumdan önce, anne rahminde başlar. Derimiz, en büyük duyu organımızdır ve dokunsal girdiler zihinsel ve fiziksel gelişimimiz için hayati önem taşır. Uzun süreli dokunma eksikliğinin “ten açlığı” olarak bilinen bir duruma yol açabildiğini biliyor muydunuz? Bu fenomen, özellikle pandemi döneminde, sosyal mesafe önlemleri nedeniyle yaygınlaştı ve anksiyete, depresyon ve hatta bağışıklık sistemi zayıflığı gibi sonuçlar doğurdu.

Dokunmanın iyileştirici gücü, modern tıp tarafından da kabul edilmektedir. Prematüre bebeklerde “kanguru bakımı” olarak bilinen ten tene temas, yaşam oranlarını artırıyor ve gelişimi hızlandırıyor. Yetişkinlerde, güven veren bir dokunuş stres hormonlarını azaltırken, oksitosin ve serotonin gibi “mutluluk” hormonlarının salgılanmasını teşvik ediyor. Paradoksal olarak, en gelişmiş sağlık teknolojilerine sahip olmamıza rağmen, bu basit iyileştirme tekniğini günlük hayatımızdan çıkarıyoruz.

Farklı kültürlerin dokunma alışkanlıklarına bakıldığında, ilginç bir spektrum görülür. Latin Amerika ve Akdeniz ülkelerinde dokunmanın sosyal etkileşimde merkezi bir rolü varken, Kuzey Avrupa ve Doğu Asya’nın bazı bölgelerinde daha mesafeli ilişkiler norm haline gelmiştir. Ancak dijitalleşme, bu kültürel farklılıkları giderek siliyor ve dokunmaya karşı evrensel bir çekingenlik yaratıyor. Sanal gerçeklik ve haptik teknolojiler, eksik olan dokunsal deneyimi simüle etmeye çalışsa da, insan teninin sıcaklığını ve karmaşıklığını tam olarak yeniden yaratamıyor.

En çok gözden kaçırdığımız gerçek belki de şudur: Dokunma, karşılıklı bir alışveriştir. Birini tuttuğumuzda, aynı zamanda tutuluruz. Bir sarılışta, hem veren hem alan oluruz. Bu karşılıklılık, dijital iletişimin tek taraflı doğasından temelden farklıdır. Fiziksel temas, insanların arasındaki sınırların geçirgenliğini hatırlatır; başkalarının varlığını sadece görüp duymakla kalmaz, hissederiz de. Bu, empati ve bağlantı kurma kapasitemizi besleyen derin bir deneyimdir.

Dokunmanın yokluğu, beklenmedik yerlerde kendini gösterir. Günümüzde, yumuşak oyuncak hayvanların ve ağırlıklı battaniyelerin popülerliği artarken, dokunma terapistleri ve profesyonel sarılıcılar gibi yeni meslekler ortaya çıkıyor. Sosyal medyada ASMR videoları milyonlarca izlenme alıyor. Tüm bunlar, kaybettiğimiz şeyi bilinçaltında aradığımızı gösteriyor: insan dokunuşunun basit fakat derin tesellisini.


Paul Rubens  ile Jan Brueghel’in “beş duyu” tablo serisinden “ Touch (Dokunma) ” tablosu

Modern toplumda dokunmanın giderek azalması, yalnızca dijitalleşmeden değil, artan bireysellik kültüründen de kaynaklanıyor. Kişisel alanımız kutsallaştırılırken, bir topluluğa fiziksel olarak ait olmanın değerini gözden kaçırıyoruz. Tarih boyunca insanlar, beraber yemek yaparken, birbirlerinin saçlarını örerken, çocukları kucak kucağa büyütürken, fiziksel yakınlığı sosyal uyumun temel bileşeni olarak görmüşlerdir. Bu uygulamaların azalması, sadece fiziksel sağlığımızı değil, toplumsal dokumuzun sağlığını da tehdit ediyor.

Belki de modern çağın en büyük paradokslarından biri, her zamankinden daha bağlantılı olmamıza rağmen, daha az dokunup daha az gerçek temas kurmamızdır. İronik olarak, dokunma duyusu, diğer tüm duyularımız dijitalleştirilirken, insanlığımızın son kalesi olarak duruyor. Zira hiçbir algoritma, bir annenin bebeğine olan dokunuşunu, bir sevgilinin elini tutmayı veya bir dostun teselli eden sarılışını tam olarak yeniden yaratamaz. Bu, hala sadece gerçek dünyada, gerçek zamanda, gerçek insan temasıyla yaşayabileceğimiz bir deneyimdir…

İnsanın parmak uçları, ruhun antenleridir; uzanır, bağlanır ve hisseder. Alıcılarınızın ayarlarıyla oynayın 🙂 

Mutlu Pazarlar

3 Comments

  1. Sevgili Elif,
    Sezen Aksu bir sarkisinda “Dokun bana” diye oneminden soz ediyordu. Dokunmak insanlarin hem fiziksel hem de ruhsal ihtiyaclarindan biri. Covidin insanlarin yasamini korelttigi gunler dokunma ihtiyacina ve aliskanligina da sekte vurdu tabiatiyla. Ama bazi akilli yoneticiler akilli politikalariyla yonettikleri bolgelere daha insancil yaklasti. Ornegin Florida valisi kapanmayi kabul etmedi ve insanlari evlerine kapatmadan onlarin normal yasamlarini surdurdu. O donemde esimle Florida dan baslayan bir gemi gezisinde bunu kendimiz bizzat gorduk; herkes mutlu kafeler, barlar ve restoranlar acik hayatlarini surduruyordu. Buna karsi Kaliforniya valisi hemen kapanma emri verdi ve insanlarin 1,5 yil evlerinde hapis olmasina neden oldu. Insanlar mutsuz, kendi basina ve karamsar oldu. Sonucta, kapanan Kaliforniyada ve kapanmayan Floridada olumun nufusa orani ayni cikti. Iyi mi?
    Mutlu haftalar,
    Aydin Erturk

    Sent from my T-Mobile 5G Device
    Get Outlook for Androidhttps://aka.ms/AAb9ysg


    Beğen

    1. Merhaba Aydın Bey.

      Aradan beş-altı sene geçti ve o günlere dair ne yaşadık, gerçekte ne oldu, covid-19 tamamen bitti mi, bugün hangi noktadayız hiç kimse konuşmuyor, konuşuyorsa da gündeme gelmiyor. Saat başı ölüm raporu verilirken şimdi esamesi okunmuyor. Ya tüm dünya kandırıldı, korkutuldu ya birileri bizlerle dalga geçti veya komplo teorilerine kurban gittik; ya da yaşanılan her şey gerçekti ve mucize bir aşı ile dünya eski haline döndü. Arkasında her ne var ise hiç de masum olmadığı açık. Ama o günlerden geriye büyük travmalar kaldı ki sarılmamak da bunlardan biri…

      Güzel haftalar

      Beğen

Aydin Erturk için bir cevap yazın Cevabı iptal et