GETİRİN ADAMI!

Kimisinin Stalin’e, kimisinin Stalin döneminin Gizli Polis Şefliğini yapmış Lavrenti Beriya’ya atfettiği bir söz var:  “Siz bana adamı getirin, ben ona suç bulurum.”

Tarihin en karanlık cümlelerinden biri bu. Bir rejimin, bir zihniyetin, bir çağın aynası. İçinde hukuk yok, adalet yok, insan yok. Sadece bir irade var: istediğini suçlu yapabilecek kadar pervasız, kendini yasa sayacak kadar kibirli bir irade. Bu cümle, yalnızca Stalin döneminin değil, her dönemin karanlığında yankılanabilecek kadar evrensel.

Tarih, bu yaklaşımın sayısız örneğiyle doludur. Robespierre’in Terör Dönemi’nde Fransız Devrimi’nin idealleri adına binlerce kişi giyotine gönderilmiş, “halk düşmanı” olmak için aristokrat doğmak ya da yanlış zamanda yanlış kelimeyi söylemek yeterli olmuştur. McCarthy döneminin Amerika’sında ise komünist olmak için kanıt değil, sadece şüphe yeterli sayılmış, Hollywood’dan akademiye kadar sayısız insan, gerçek bir suçları olmaksızın kariyerlerini ve yaşamlarını kaybetmişlerdir. Nazi Almanyası’nda ise Yahudi olmak başlı başına suç haline getirilmiş, hukuk sistemi soykırımın hizmetkarı olmuştu.

Hukuk, medeniyetin temelidir denir. Ancak bu söz, hukukun nasıl bir silaha dönüştürülebileceğini gösteriyor. Artık yargı bir teraziden çok, bir kılıç haline gelir. Deliller özenle toplanmaz; gerekirse üretilir. Tanıklar aranmaz; oluşturulur. Suç isnat edilmez; inşa edilir. Böyle bir düzende masumiyet, ispat edilmesi gereken değil, inandırıcılığı kalmamış bir iddiaya dönüşür.

Burada suç, bir fiil değil; bir kimliktir artık. Kimin ne yaptığı değil, kim olduğu belirleyicidir. Susmuş olması yetmez, itaat etmesi yetmez; bazen gözünün içinde sorgu bulurlar. Bir kişinin sesi çıkmaya görsün, artık onun hakkında “bir şeyler vardır” düşüncesi gölge gibi dolaşır. Gölge büyür, şüphe gerçeğin yerini alır. Hukuk, kelimeleri eğip bükerek susturmanın ve sindirmenin dili olur.

Bu durum sadece bireyleri değil, bütün bir toplumu dönüştürür. Herkes bir gün “getirilecek kişi” olabileceğini hissederse, o toplumda özgürlük değil, içe kapanma büyür. İnsanlar düşünmeyi değil, düşünmemeyi; konuşmayı değil, susmayı seçer. Kendi vicdanından saklanarak yaşar. Ve böylece adalet, bir sistemin değil, bir korkunun parçası haline gelir.

Modern dünyada artık tanklar sokakta yürümüyor ama kelimeler hala kelepçeleniyor. Yeni çağın mahkemeleri bazen ekranda, bazen sanal dosyalarda kuruluyor. Yargılar artık sadece hakimlerden değil, manşetlerden, algoritmalardan, sahte belgelerden çıkabiliyor. Bir ülkenin ismini anmadan da bir topluma “gözdağı” verilebiliyor.

İşte bu yüzden bu cümleye karşı uyanık olmak sadece tarih bilgisi değil, bir vicdan meselesidir. Çünkü bu söz, bir daha asla duyulmamalı. Çünkü bu zihniyet, ne kadar kılık değiştirirse değiştirsin, adaletin olduğu yerde barınamamalı.

Gerçek hukuk, sadece suçlu aramaz; adil olmayı gözetir. Bir toplumun gücü, istediğini cezalandırma yeteneğinde değil; masumiyetin kıymetini koruyabilmesindedir. Eğer bir yerde insanlar, “ya bir gün sıra bana da gelirse?” diye yaşıyorsa, orada sadece yargı sistemi değil, insanlık da sorgulanmalıdır.

Bir toplumda “suç üretmek” kolaylaştıkça, adalet “lüks” olmaya başlar. Oysa adalet bir lüks değil, nefes kadar doğal bir hak olmalıdır.

İyi Pazarlar 

1 Comment

  1. Sevgili Elif,

    Bu ulkede artik insanlarin mutlu olmadigi yalnizca bizim toplumumzca degil dunyaca malum. Gecen okudugum bir yazida saniyorum dunyanin her ulkesinden 200 bin gibi bir buyuk kesitin gorusleri alinmis. Buna gore bizim ulke en asagilarda yani dinyanin en mutsuzlari arasinda.

    Nasil mutlu olsun ki insanlar? Birinin istegi uzerine veya bulunduklari konuma gore, Insanlar bir anda iceri tikiliyor ve malina mulkune el konuluyor. Tipki mafia gibi, istemedigin kimseyi yok et ve yalan delillerden kimseye herhangi bir sorumluluk ustlenme olmadan. Ama umutsuz Insanlar olabilir ama umutsuz durum yoktur. Bunu bize bir asir once bir yuce insan gosterdi. Yola devam. Iyi haftalar dilerim.

    Beğen

Aydin Erturk için bir cevap yazın Cevabı iptal et