Antik Mısır’a başkentlik yapmış Thebes (Teb de deniliyor) şehri aynı zamanda dönemin en önemli sağlık merkeziydi. Bugün kullandığımız “tıp” kelimesi de ismini bu şehirden almaktadır. Bahsettiğimiz dönemlerde her şehrin bir totemi ve koruyucusu vardı. Teb şehrinin totemi de yılandı. Tıbbın sembolünün yılan olmasının ana nedeni de budur. Tabii sonradan yılanın kimi özellikleri keşfedilince, “tıp ve yılan” birlikteliği daha bir anlam kazanmıştır. Mesela yılanların deri değiştirerek gençleşmesi, yaşamın yenilenmesi ve böylece ebedi gençliğe sahip oldukları inancı, onların sağlıkla ilişkilendirilmelerinin nedenlerinden biri olmuştur. Yani her yeni kabul, bilimsel çalışma v.s tıp biliminin her zaman genç kalmasına sebep olmaktadır.
Tarihte bilinen ilk hekim olarak kabul edilen Mısırlı İmhotep, modern tıbbın öncüsü diye bilinen Hipokrat ve onun izinden giden Galen, İbn-i Sina, Pasteur, Robert Koch, Alexander Fleming gibi isimler dünyanın hemen her yerinde “tıp” denilince ilk akla gelenlerdir. Bunun yanında daha az bilinenler İbn-i Heysem gibi optiğin öncüsü, ilk göz ameliyatını yapan Er-Razi ya da Batı’da “Hally Jesu” diye tanınan ve Teziret-ül Kehhalin adlı eseri yazmış olan Ali Bin İsa, kan dolaşımını hakkıyla tanımlayan William Harvey, ilk kalp naklini yapan Christiaan Barnard ve adını yazamadığım yüzlerce bilim insanı bitmek bilmeyen ve hiçbir zaman da bitmeyecek olan “tıp inşaatı”na birer tuğla koymuşlardır. Tabii bu bilim insanları düşüncelerini ve araştırmalarını yaparken büyük zorluklar yaşamamıştı. Oysa herkes fikirlerini ve çalışmalarını kabul ettirme konusunda o kadar da şanslı değildi…
Tarih üzerinde yolculuk yaptığımızda, döneme ya da herhangi bir bilime dair ezber bozan bir kişinin, gelenekselciler ya da klasikçiler tarafından ötekileştirildiğine, mobbing gördüğüne tanıklık ederiz. Bunun en uç örneği ise herkesin bildiği gibi kilise tarafından aforoz edilen Galile’dir. Aslında hemen her bilimin sonu aynı olmasa da bir Galilesi vardır. Bana göre “tıbbın Galilesi” Macar asıllı kadın hastalıkları doğum uzmanı Ignaz Philipp Semmelweis’tir. Semmelweis 1840’lı yıllarda dönemin en büyük hastanelerinden olan Viyana Hastanesi’nde çalışırken bizde “albastı” olarak da bilinen “lohusa humması” ya da tıptaki adıyla “puerperal sepsis”e bağlı anne ve çocuk ölümlerinin çok fazla sayıda olduğunu tespit etmişti. (O yıllarda doktorlar el yıkamanın o kadar da önemli bir şey olmadığını düşünüyorlardı. Zaten ameliyat eldiveni icat edilmemiş, antibiyotik kullanımı henüz başlamamıştı. Hatta bir rivayete göre Fransa’da cerrahların önlüklerindeki kan lekeleri onların itibarlarını gösterirmiş. Önlük ne kadar kirliyse cerrah o kadar deneyimli demek olurmuş. Bu yüzden cerrahlar özellikle önlüklerini yıkatmazmış. Tabii önlüğünü, elini yıkamayan doktorların yaptığı ameliyat sırasında ortaya çıkan cerrahi enfeksiyonlar çok da önemsenmezmiş.) Semmelweis’ın çalıştığı hastanede iki doğum salonu bulunuyordu. Birinde stajyer doktorlar, diğerinde ebeler çalışıyordu. Doktorların çalıştığı bölümde lohusa hummasından ölen kişi sayısı, diğer salona göre çok fazlaydı. Semmelweis bunun nedenini bulmak için gözlemler yaptı. Stajyer doktorlar anatomi dersinde kadavralarla ilgilendikten sonra doğumhaneye giriyorlardı. Bununla birlikte lohusa humması nedeniyle vefat eden bir hastaya otopsi yapan doktorun, otopsi sırasında elini kesmesi ve aynı belirtileri göstererek ölmesi sonrasında Semmelweis, bu hastalığa sebep olan şeyin, gözle görünmeyen ve insandan insana geçen bir canlı olduğunu düşündü. Tedbiren de doğumhanenin kapısına klor içeren bir solüsyon koyup içeri girecek olan doktorların ve ebelerin bunu kullanarak ellerini yıkamalarını istedi. Ve iki ay içinde bu hastalıktan ölen insan sayısı %2’ye düştü. Semmelweis düşüncelerini geliştirdi, bu konuda makaleler yayınladı. Ancak meslekdaşları bu ölümlerin nedenlerinin doktor hatasını olduğunu şiddetle reddettiler. Kadavradan hastalık geçmeyeceğini, eğer söyledikleri doğruysa ölüm oranlarının çok yüksek olacağını falan söyleyip Semmelweis’ın tezini abartılı, hatta doktorların onurunu kırıcı, son derece hadsiz olarak değerlendirip önemli yayın organlarına ve tıp akademilerine şikayet ettiler. Semmelweis iyice itibarsızlaştırıldı. Olay ırkçılığa kadar gitti. Kontratı fesh edildi, hastaneden kovuldu. En sonunda meslekten de atıldı. Summerweis bu kadar baskıyı kaldıramamış olmalı ki, psikolojik bunalımlar yaşadı ve henüz 47 yaşındayken akıl hastanesine kapatıldı. Ve ne yazık ki kaderin bir cilvesi olsa gerek, akıl hastanesindeki hijyenik koşullardan kaynaklı, önlemeye çalıştığı “sepsis”e bağlı olarak aynı yıl yaşamını yitirdi.
Sonra….
Semmelweis’tan yıllar sonra Joseph Lister adında İngiliz bir doktor ortaya çıktı, Semmelweis’ın düşüncelerinin aynısını söyledi ve tıp literatürüne “antisepsi”nin mucidi olarak geçti!
Hüküm vermeden önce anlamak gerek…
Sevdiklerinizle birlikte mutlu bir Pazar günü dileğiyle…
Sevgilerle…
#IgnazPhilippSemmelweis #Kadüse #JosepLister #lohusahummasI
Elifcim yazın sade ve anlaşılır olmuş eline bilgine sağlık. Üzücü bir sonla yitip giden yaşamı ve eğer izin verilseydi belki çok daha büyük buluşlar yapabilecek Ignaz Semmelweisin başına gelenler genellikle en yaratıcı, etik ve yetkin olanların diğer çalışanların işyerinde kendi pozisyonuna tehdit olarak algılamasıdır. Denetim otoritelerinin kurbanları mobbing için önemli bir hedeftir. Bu durumlarda her türlü işbirliği yaparak akıl ve bilim yoluyla yenemedikleri kişiyi psikolojik baskılarla ötekileştirip olumsuz algılar yaratıp zayıflatır ve yok ederler. İnsanlığın kötü hasletleri varoluşun başlangıcından beridir günümüzde de değişik versiyonlarıyla sürüp gitmekte masallara bakarsan hep iyiler kazanır , gerçektede keşke öyle olsaydı çok mu büyük bir şey istedim .?
BeğenLiked by 1 kişi
Ah teyzem can teyzem, daha iyi ifade edilemez sanırım.. Zamanın ötesinde norm ve görüşe sahip insanlar dışlanırlar çünkü anlaşılamazlar. Canım teyzem çok büyük bir şey istemedin ama insanın içinde kötü duygular bu dünya döndüğü müddetçe iyilik ile savaşacak. Çok teşekkür ediyorum keyifle okuduğum güzel yorumun için 🙏🏻😍😘
BeğenBeğen
Yine bilmedigim çok değişik bir alanda yapilan harika bir bilgilendirme.. konu değişik, baş roller değişik.. ancak ana senaryo hep aynı.. insan, insanın en büyük düşmanı. Aklına, kalemine sağlık prensesim 😘🥰💜👸
BeğenLiked by 1 kişi
Beğendiğine sevindim benim elmas yürekli kardeşim. Pek çok kıymetin değeri ölümünden çok sonra anlaşılmış bu da zamanın ötesinde olduklarını gösteriyor ama yaşarken çektikleri acıları hafifletmiyor. Tarih ‘keşke’lerle dolu, gelecek bunların ışığı ile ‘umut’ dolu olsun. Yüreğine sağlık💖🙋♀️
BeğenLiked by 1 kişi
Gercekte kimse kotu oldugundan degil…Isa da baba onlari affet. Ne yaptiklarini bilmiyorlar demisti..niye oluyor peki dersek..gurur onemli derim. Kirli onluk racon olarak benimsenmis bir kere tersini soylemek gurura dokunmus.. Sen hekim degilsin olarak algilanmis..ne de olsa doktor bilmeden zarar verdigini goremiyor..racon meselesi
BeğenLiked by 1 kişi
Bir değişim olduğunda ret etmeye meylederiz. Değişikliğin kötü olup olmadığını ancak gelecek öngörüsü kuvvetli insanlar algılarlar, Geçmişi kendi normları içinde değerlendirmek gerekir, katılıyorum. Ancak karar vermek zor iştir, buna karşı içimizde bir güç var ve buna merak diyoruz. Kıymetli yorumunuz için teşekkür ederim Arif Bey 😊🙏🏻
BeğenBeğen