Ülkemizde bayram olarak kutlanan çoğu günün arka planında mücadele, zafer, kan ve gözyaşı gibi unsurlar vardır. 14 Mart Tıp Bayramı da bu günlerden biridir. Padişah 2. Mahmut’un emriyle modern tıbbın başlangıcı olarak kabul edilen Tıphane-i Amire ve Cerrahhane-i Amire’nin 14 Mart 1827’de açılması esas alınarak Tıp Bayramı kutlanıyor gibi görünse de aslında bu güne anlam katan olay çok başkadır.

1. Dünya Savaşı sonrası İngilizler Tıbbıye-i Şahane’yi karargah olarak kullanıyordu. Tıbbiye öğrencileri bu durumdan son derece rahatsızdı. 15 Mayıs 1919 yılında İzmir’in işgal edildiği haberi tüm yurtta yayılınca, tıbbiye öğrencileri artık yaşanılanlara kayıtsız kalmak istemediler. Okulun kuruluş yıldönümü olduğunu ve bunun için kutlama yapacaklarını okul yönetimine bildirirek onlardan izin aldılar. (Burada bir hatırlatma yapayım; okulun açıldığı yıllarda Osmanlı Devleti Hicri Takvim kullanıyordu ve okulun açılış tarihi 14 Şaban olarak geçiyordu. 14 Şaban 1337’nin karşılığı da 15 Mayıs 1919’dur. O esnada bunu düşünen her kim ise zihninden öpülmelidir. Çünkü o tarihe kadar kuruluş yıldönümü hiç kutlanmamıştı ve ayrıca o yıllarda ülkede Rumi Takvim kullanılıyordu) Tıbbiye öğrencileri 3. sınıf öğrencisi Tıbbiyeli Hikmet önderliğinde okulun iki kulesinin arasına büyükçe bir Türk bayrağı asarak protesto gösterilerine başladılar. İngilizler zor kullanarak gösteriyi dağıtıp birçok öğrenciyi tutuklamış olsalar da, öğrencilerin bu direnişi Anadolu’da büyük yankı buldu. İşte bugün bayram olarak kutlanılan 14 Mart, tıbbiyenin açılış günü değil tıbbiye öğrencilerinin emperyalist devletlere karşı bağımsızlık mücadelesi adına sergiledikleri direnişin günüdür.
Tıbbiyeliler bununla da yetinmedi, Milli Mücadele döneminde Amasya’da ortaya çıkan genelgede Sivas’ta bir kongre yapılacağı ve bütün illerin her sancağından milletin güvenini kazanmış üç temsilcinin mümkün olan en kısa zamanda yetişmek üzere yola çıkılması gerektiği kararına varılmıştı. Tıbbiyeliler de kendi aralarından üç kişi seçtiler ama aralarında topladıkları para ancak tek kişinin harcamalarını karşılayacak düzeyde olunca Sivas Kongresi’ne Tıbbiyeli Hikmet’in gitmesine karar verdiler. Hikmet, işgal altındaki İstanbul’dan kaçarak Sivas’a gitti ve kongreye katıldı. Kongredeki tek tıbbiyeli olan 18 yaşındaki Hikmet, manda tartışmalarının hararetlendiği, kongre delegelerinin çoğunluğunun manda lehine döndüğü anlar söz alır ve Mustafa Kemal’e bakarak o tarihi konuşmayı yapar: “Paşam, murahhası bulunduğum tıbbiyeliler beni buraya istiklal davamızı başarma yolundaki mesaiye katılmak üzere gönderdiler, mandayı kabul edemem. Eğer kabul edecek olanlar varsa, bunlar her kim olurlarsa olsunlar şiddetle red ve takbih ederiz. Farz-ı mahal, manda fikrini siz kabul ederseniz, sizi de reddeder, Mustafa Kemal’i vatan kurtarıcısı değil vatan batırıcısı olarak adlandırır ve tel’in ederiz” der. Bu sözler salonda çok büyük etki yaratır. Mustafa Kemal hemen söz alır: “Arkadaşlar, gençliğe bakın; Türk millî bünyesindeki asil kanın ifadesine dikkat edin! Gençler, vatanın bütün ümit ve istikbali size, genç nesillerin anlayış ve enerjisine bağlanmıştır” diyerek, Hikmet’e döner ve “Evlat; müsterih ol, gençlikle iftihar ediyorum ve gençliğe güveniyorum. Biz, azınlıkta kalsak dahi mandayı kabul etmeyeceğiz. Parolamız tektir ve değişmez: Ya istiklal, ya ölüm!” der. Bir anlamda manda fikrinin tamamen ortadan kalkmasına sebep olan, söylevleriyle Mustafa Kemal’e güç veren kişi Hikmet’tir.
Milli Mücadele başlayınca Hikmet, mücadeleye destek vermek adına Ankara’ya gider. O yıllarda tifüs salgını başlamıştır ve cephede savaşan askerler bir yandan da bu salgınla baş etmek zorundadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk sağlık bakanı olan Adnan Adıvar o dönem Ankara Cebeci Asker Hastanesi’nin başhekimidir. Hikmet de o hastanede gönüllü olarak tifüs aşısı üzerine çalışmalarda bulunur hatta aşının üzerinde denenmesini bile kabul eder. Bu fedakarlığı duyan Mustafa Kemal, kendisine rütbe verilmesini ve maaş bağlanmasını ister. Ve Milli Mücadele biter, Hikmet tekrar İstanbul’a döner, eğitimine kaldığı yerden devam eder ve normalde teğmen olarak mezun olması gerekliyken üsteğmen olarak mezun olur. Anadolu’nun çeşitli yerlerinde doktorluk görevini ifa eder. Atatürk, Cumhuriyet’i ilan ettikten hemen sonra Hikmet’i anımsar ve emrinde bulunanlara Hikmet’i bulmalarını, onu mebus olarak Meclis’te görmek istediğini belirtir. O esnada yanında bulunan Mazhar Müfid Kansu, üzüntüyle Tıbbiyeli Hikmet’in şehit olduğunu söyler. Bunu duyan Atatürk son derece üzülür ve önünde bulunan sofrayı dağıtır. Daha sonraları Mazhar Müfid Kansu ile Hikmet Boran tesadüfen karşılaşır ve Mazhar Müfid, Hikmet Boran’ın boynuna sarılır ve olayı anlatır. (Bu hadiseleri kendi kalemiyle anlatan bizatihi Müfid Hikmet Kansu’dur)

Ve Tıbbiyeli Hikmet (Boran) 1940’lı yıllarda gönüllü olarak doğu görevi istedi. Sarıkamış’ta görev yaparken yakalandığı verem yüzünden vefat etti. Ardında güzel bir bayram ve Türkçe’yi en iyi kullananlardan biri olarak kabul edilen, bir dönemin en önemli radyocusu hatta bir neslin radyoda “Yuki” ile büyüdüğü, “ayaküstü gırgırı” adıyla bilinen ilk stand-up geleneğini başlatan Orhan Boran adında bir oğul bıraktı. Orhan Boran, babasının Sivas Kongresi’ne katıldığını ve o konuşmayı yaptığını ancak babası öldükten sonra öğrendi. Çünkü Hikmet Boran, Milli Mücadele esnasında yaptıklarıyla övünmemiş, bu zaferden kendisine pay çıkarmamış ve bu konuda hiç konuşmamıştır. Nurlar içinde yatsınlar 🙏🏻

Ulusça girdiğimiz Corona günlerinden en az zararla çıkmayı ümit ediyor, mesleğine yaraşan, özverili, çalışkan, emeğini, ömrünü sağlığa adayan tüm Tip neferlerinin bayramını kutlarım.
Sevgilerle💝🙋♀️
Elifcim kalemine sağlık. Dr. Hikmet Boranın emperyalistlere karşı esaretten kurtulma mücadelesinde Atamızın yanında yer alıp Cumhuriyetin kurulmasında ve sonrasında gösterdiği kahramanlık ve vatanseverlik boşa geçirmediği kısacık ömrüyle geride büyük bir iz bırakmış takdir ve minnetle anıyoruz . Oğlu Orhan Boranda iyi yetişmiş örnek bir insandır. Her zaman söylediğim gibi nicelik mi ? nitelik mi ?önemli. İnsan yaşamında nitelik elbette ..boşa geçirilmemiş bir yaşam fani insanoğlu için sonsuzluk ve ölümsüzllük demektir.
BeğenLiked by 2 people
Teyzecanım iyi ki benim teyzemsin, güzel yorumların artık yazımın güzel bir köşesi gibi, su gibi duru, keyifli, içten, bilge ve mantıklı geliyor. Çok teşekkürler öpüyorum 😍😘🥰🙏🏻
BeğenLiked by 1 kişi
Sevgili Elif,
Ellerine sağlık. İyi ki varsın. İyi ki bu güzel bilgilendiren keyifle okunan yazıları yazıyorsun.❤👏👏💐
BeğenLiked by 1 kişi
Çıtır anne, zeki güzel kadin.. okurken yine anı yasadim. Kalemine saglik. Atatürk e minnetmiz saygımız icinde hep isimsiz kahramanlar da var.. Hikmet Boran i da bize tanıttığın icin var ol kuzum.. 14 mart benim bayramimdir.. şimdi daha bi katmerlendi. Bıraktığı ogul babasina layik bi evlat oldugunu da gostermistir. Özelikle benim neslime konusmanin sanat oldugunu ogreten bi ustaddir. 🙏😘 Sağlıklı gunler gorelim heo beraber..
BeğenLiked by 1 kişi
İnsanda umut, sevgi, birlik ve beraberliğin kıymetini hissettiren yorumlar işte bunlar. 14 Mart Umut can bayramın kutlu olsun, sağlıklı mutlu, huzurlu güzel günlerini gör yavrunun 🙏🏻🧿❤️ Orhan Boran gerçekten Türkçe’yi en iyi kullananlardan biriydi, dilerim sonraki nesillerce de hatırlanır. Çok sevgiler, kalpten Nesrinim balım💝🥰😘
BeğenLiked by 1 kişi
Dr. Hikmet Boran ve Orhan Boran! Ne olagan ustu iliski! Hele kurtulus savasi ve Ataturk’ le karsi karsiya koca bir yurek! Bundan guzel bir film senaryosu olabilir mi? Bu ulkenin temelinde cok buyuk taslar var. Kimse bunu yabana atmasin!
Eline, kalemine ve yuregine saglik…
Aydin Erturk
BeğenLiked by 1 kişi