Hayata dair en rahatsız olduğum soru türü iki şıklı olanlar. Daha çocuk yaşlarda “anneni mi daha çok seviyorsun, babanı mı” ile başlayan ve asla 3. bir şık şansı verilmeyen bu saçma soru kalıbı (yazmayı başlayınca “mi-mi seviciliği” diye isimlendirmeyi uygun gördüğüm) ile yaşantımızın çoğu alanında karşı karşıya kalıyoruz. Siyah mı, beyaz mı? Açık mı, koyu mu? Yaz mı, kış mı? İlkbahar mı, sonbahar mı? Sarışın mı, esmer mi? Yumurta mı tavuktan çıkar, tavuk mu yumurtadan? Çok okuyan mı bilir, çok gezen mi? v.s Neden birini tercih etmeliyiz ya da keskin uçlarda konuşlanmak zorundayız ki? Halbuki hayatın “gri alanları”nda daha gerçeklik, daha bir huzur vardır.
Bu anlamsız soru kalıplarından en bilineni, belki en eskisi: “Sanat sanat için midir, sanat toplum için midir”. Öyle bir ayrışma ki, yıllardan beri hakkında kitaplar, makaleler yazılmış, sempozyumlar düzenlenmiş hatta bunun için sanat akımları dahi çıkmış. Bana göre cevap basit ve hatta yıllar önce Yunus Emre tarafından verilmiş: “İlim, ilim bilmektir/İlim kendin bilmektir/ Sen kendin bilmezsen/ Bu nice okumaktır”. “İlim” yerine “sanat”ı koyarsak cevap da ortaya çıkıyor. Son tahlilde benim için “Sanat, sanatı anlayan içindir”, gerisi gevezelik. Ama işte insanlar illa o iki uçtan birine dahil olmak zorunda hissediyorlar sanırım. Yüzyıllardır devam eden ve devam edecek bu tartışmayı bir kenara bırakıp “sanat” eşliğinde asıl konumuza geçelim.
“Sanat” için belki milyonlarca tanım yapılmıştır. Benim için en anlamlı tanımı büyük yönetmen Andrey Tarkovski yapmıştır: “Dünya mükemmel olmadığı için sanat vardır”. Ben bu sözden şöyle iki sonuca varıyorum: Birincisi, sanatçı, bir sanatı icra ederken kimi zaman mükemmele ulaşma arzusu taşıyor. Bir nevi kendi içinde “tanrıcılık” oynuyor. İkinci yorumum ise, gene sanatçılar kimi zaman mükemmel olmayan ya da mükemmelliği bozan bazı unsurları fark edip onu resimle, şiirle, sinema ile v.s anlatma gayretine düşüyorlar. Yani her durumda ortada “mükemmellik”ten çıkan bir “dert” var.
1900’lü yılların başında “Fotoğraflar yalan söylemez ama yalancılar fotoğraf çekebilir” sözünü söyleyen Amerikalı fotoğraf sanatçısı Lewis Hine, “gerçek”in peşine takılarak Amerika’daki çocuk işçilerin çalışma şartlarını incelemek adına fabrika fabrika dolaşıp çocukların fotoğraflarını çeker. Lewis Hine’ın çekimleri o kadar etkili olur ki ABD’de çocuk haklarını düzenleyici kanunlar çıkartılır. Kelebek etkisi misali bu kanunlar, diğer ülkeleri de bir şekilde etkiler. Bugün fotoğraf sanatında “Bir fotoğraf dünyayı değiştirebilir” sözü, onun yaptığı çalışmalara atfen söylenmiştir.




Yaşları 7-8 olduğu halde kömür madenlerinde, pamuk fabrikalarında çalışan binlerce çocuk.
2 Eylül 1666’da Londra’da başlayan büyük yangın üç gün sürmüş ve şehrin tarihinde yaşanmış en büyük afette 13.200 ev, 87 kilise, St. Paul Katedrali ve birçok kamu binası yok olmuştur. Yangın sonrası köklü değişiklikler yaşanmış, ilk defa sigorta şirketleri kurulmuş ve en önemlisi inşaat yönetmelikleri ortaya çıkmıştır. Bu yönetmeliklerden biri de evlerin bacalarının eskiye nispetle daha dar olmasıdır. Ayrıca belirli zamanlarda bacaların temiz olup olmadığı için kontrollerin yapılacağı da halka bildirilmiştir. Hal böyle olunca ortaya yeni bir sektör çıkmıştır: baca temizleyicileri. Bacalar dar olduğu için baca temizleyicileri yanlarında 4-5 yaşındaki çocukları çalıştırmaya başlamış. Nasıl mı? Baca temizleme şirketleri ya da seyyar baca temizleyicileri fakir aileleri bulup parayla çocuklarını satın alarak. Özellikle tercih edilenler ise öksüz veya yetim olanlar. Tarihin görüp görebileceği en büyük çocuk zulmü, istismarı, katliamı, adına ne derseniz deyin.
Edebiyat tarihinin en saygı duyulan insanlarından ve peygamber mizaçlı olduğu düşünülen İngiliz şair William Blake bu çocukları öyle içselleştirir, kendine “dert” eder ki, aralıklarla onlara dair şiirler yazar. En bilineninden birkaç satır:

When my mother died I was very young, (Henüz çok küçüktüm, annem ölürken)
And my father sold me while yet my tongue, (Ve babam, dilim daha zar zor dönerken)
Could scarcely cry weep weep weep weep. (Beni sattı… Ağlardım, ınga ınga ınga..)
So your chimneys I sweep & in soot I sleep. (Yatıp kalkıyorum şimdi baca kurumlarında)
There’s little Tom Dacre, who cried when his head (Tom Dacre adında minik birisi vardı)
That curl’d like a lambs back, was shav’d, so I said. (Kuzu yünü gibi saçlarını kestiler bir gün, ağladı)
Hush Tom never mind it, for when your head’s bare, (Ağlamasın diye ben de, boş ver Tom! dedim.)
You know that the soot cannot spoil your white hair. (Biliyorsun, is, kirletemez olmayan saçlarını.)
And so he was quiet, & that very night, (Gece yarısıydı ki kesildi ağlaması)
As Tom was a sleeping he had such a sight, (Tom mışıl mışıl uyumuş, rüya görmekteydi)
That thousands of sweepers Dick, Joe, Ned & Jack (Dick, Joe, Ned ve Jack ve daha binlercesi)
Were all of them lock’d up in coffins of black, (Sanki kapkara tabutlarda kitli gibiydi)
…………………..
Okurken insanın kanını donduran, öfkelendiren, dertlendiren mısralar ve yaşamlar. Mesela şiirde geçen “coffins of black” yani “kara tabut” ifadesinin hikayesi şöyle: Bazı çocuklar karanlık bacalarda yollarını kaybeder, dışarı çıkamaz ve oracıkta ölürlermiş. Pek çok çocuğun bu şekilde iskeleti bulunmuş ve bu yüzden baca temizlerken ölen çocuklar için “black coffin” ifadesi kullanılmıştır.


Çocukların bu ortamlarda çalışması yaklaşık 200 sene boyunca devam etmiş. Bir hastanenin bacasını temizlemek için bacaya giren 12 yaşındaki George Brewster ismindeki çocuğun bacada sıkışıp ölmesi sonrasında İngiltere Parlamentosu kararıyla bu vahşi uygulama yasaklanmıştır.
Bugün özellikle 3. Dünya Ülkeleri diye tabir edilen yerlerde hala çocuk işçiler istihdam ediliyor. Maalesef ülkemizde de milyonlarca çocuk işçi var ve işin acı tarafı bunların arasında madenlerde çalışan çocukların da yer alması. Nedeni ne olursa olsun oyun çağında, eğitim-öğretim çağında olan bir çocuğun çalışıyor olması kabul edilebilir bir şey değil. Bunu maddi yetersizlikle falan açıklayamayız, maddi durumu yoksa o çocuğu dünyaya getirmenin de anlamı yok. Elbette istisna yaşamlar olabilir ama keşke evlenme döneminde eşlere yapılan kan tahlili gibi “çocuk sahibi olmaya (doğurmaya değil) elverişli” raporu da verilebilecek bir mekanizma olabilse.
Çocukların sadece çocuk olarak kaldığı, “mi-mi”siz ve sanatın en az bir dalı ile bağ kurulabilecek günler görmek dileğiyle…
Keyifli Pazarlar, sevgilerimle 💖
Kalemine sağlık cancağızım. Yazdım, sildim.. yazdım, sildim..😔
BeğenLiked by 1 kişi
Teşekkür ederim balım, tek kelimen yeter..
BeğenLiked by 1 kişi
Her zaman oldugu gibi dopdolu ve dusundurucu bir yazi. Elinize, kaleminize, ve yureginize saglik. Iyi pazarlar dilerim.
Aydin Erturk
BeğenLiked by 1 kişi
Çok teşekkür ederim, yüreğinize sağlık Aydın Bey. Mutlu haftalar diliyorum 🙋♀️
BeğenBeğen