KOMŞU KOMŞUNUN KÜL(TÜR)ÜNE MUHTAÇTIR -1-

Geçtiğimiz hafta 2021 yılına ait “Dünya Mutluluk Endeksi Raporu” yayınlandı. En üst sıralarda gene Kuzey Avrupa ülkeleri bulunurken, Türkiye 146 ülke arasında 112. sırada yer aldı. Bizden daha kötü sıradaki ülkeler Afganistan, Myanmar, Ruanda, Tanzanya v.s. Bu raporlar öyle sıradan verilerle oluşmuyor, bir dolu parametre göz önüne alınıyor. Hiç de öyle “dünya bizi kıskanıyor, o yüzden son sıralardayız” denecek bir durum yok zira sokağa çıktığımızda insanların mutsuzluğunu görmek mümkün.

Bugün refah düzeyi yüksek, toplumsal anlamda çatışma yaşamayan ve sosyal devlet olmayı başarmış, haliyle mutluluklarıyla tüm dünyaya model olan Kuzey Avrupa ülkelerinin ataları tarihin en savaşçı, en acımasız toplulukları olan Vikingler. Güney’e inip Avrupa’nın merkezindeki Fransa, Almanya, Roma gibi ülkelere yaklaşık 300 sene korku salmış, Vikinglerin bu saldırılarına karşı şatolar kurulup “derebeylik” sistemi ortaya çıkmış, biraz doğuya gidip Rusya steplerini ele geçirmiş, burada ilk Rus devletini kurmuş, bir uçları Amerika’ya kadar uzanmış, yetmemiş İstanbul’a akınlar düzenlemiş bir kavimden bahsediyoruz. Mesela bir Vikingli, bizde gelenek(!) haline gelmiş banklara, duvarlara, ağaçlara, yeni yapılan inşaat betonlarının üzerine yazı yazmamız gibi Ayasofya’nın duvarlarına kendi adını kazımış.

Sonrasında artık paganlıktan hıristiyanlığa geçmelerinin etkisi mi, yoksa zapt ettikleri bölgelerde asimile olmalarından dolayı mı, coğrafi dezavantajlarının farkına varıp kendilerini disipline etmelerinden mi ya da başka bir sebepten mi bilinmez ehlileşmişler ve bugünlere gelmişler.

Her ne kadar Viking kökenli ve İskandinav bir ülke olmasa da, bölgedeki bütün İskandinav ülkelerle iyi ilişkiler içinde olan ve Mutluluk endeksinin ilk sırasında yer alan Finlandiya’ya bakalım. Finlandiya uzun yıllar Rus esaretinde yaşadı. Kurtuluşları kusursuz devlet politikalarıyla oldu. En önem verdikleri alan eğitim oldu ve bugün tüm dünya Finlandiya eğitimini taklit etmeye çalışıyor. Mesela SSCB’nin yıkılması ile ülke batma noktasına geliyor. Çok değil, 30 sene öncesinden bahsediyorum. Büyük şirketler batıyor, zaten az bir nüfusa sahip ülkenin nerdeyse yarısı işsiz kalıyor. Tabii alınan iyi eğitimlerden dolayı kalifiye eleman sorunları yok. Özellikle mühendislik alanında çok başarılı işlere imza atıyorlar. Bir dönem dünya cep telefonu piyasasına sahip olan Nokia büyük bir ticaret hacmi kazandırıyor. Bunun yanında dünyanın en büyük yolcu gemileri üreticiliği, gene bir dönem çok revaçta olan “angry birds” gibi oyunlar Finlandiyalı mühendisler tarafından ortaya çıkıyor. Burada önemli olan nokta şu: mesela Hindistan da yazılım teknolojisinde, mühendislik alanlarında başarılı insanlar yetiştiriyor. Ya da bizde de çok değerli mühendisler, bilim adamları var ama neden bunu ülke olarak değerlendiremiyoruz? Çünkü Türkiye’de, Hindistan’da ya da gelişmişlik düzeyini tamamlamamış ülkelerde insanlar kendi devletine güvenmiyor, devlet de o insanlara inanmıyor, iş alanı açmıyor. Her yıl artan oranda “beyin göçü” gerçekleşiyor. Geçen yıl itibariyle çoğunun 25-29 yaş arasındaki insanların oluşturduğu yaklaşık 500 bin kişi Türkiye’den ayrılmış. Bir çocuk kolay mı yetişiyor? Onca emek veriyorsun, ona dair tasarrufta bulunuyor, hayaller kuruyorsun. Türlü borçlara girip onun daha iyi eğitim alması için cebinden, “kendinden” veriyorsun. Eğitim hayatı bitiyor, işe başlayıp hem kendisine hem ülkesine faydası dokunacağı zaman yukarılarda bir yerlerde tanıdığı olan, tek özelliği Kartal İmam Hatip Lisesi’nden mezun olmak olan biri onun hakkını gasp ediyor. Bunca insan vatan haini olamaz, bunca genç sadece yurt-dışına çıkmak için Türk üniversitelerini basamak olarak kullanmış olamaz, bunca güzel beyin macera olsun diye başka topraklara gidiyor olamaz. Geçenlerde gördüğüm bir balıkçının tabelasında büyük puntolarla şu yazıyordu: “ya balığı tanımalısın ya da balıkçıyı”. Evet, balık özelinde bu doğru ama benim anlam dünyama başka bir sinyal gönderdi. Maalesef bu topraklarda bir bardak çay içmek istersen bile ocaktaki insanı tanımalısın, bayat çay içmemek için. Yani en ufak işimizde bile torpil söz konusu. Gençler bunu görmüyor mu, bunlara şahit olmuyor mu? Kurtarılmış azınlık dışında bu ülkenin adaletine, eşitliğine inanan kimse yok. Peki Finlandiya ne yapıyor? Mesela 1938’den beri bebek bekleyen aileye doğum öncesi bir paket gönderiyor. İlk başlarda amaç anne ve bebeğin sağlığını korumak ve böylece nüfus artışını teşvikti. Sonrasında uygulama başka nedenlerle devam ediyor. Zengin, fakir demeden herkese aynı kutu gönderilerek topluma eşitlik ve devlete güvenlik duygusu işleniyor. Mesela 2-3 sene önce Finlandiya Cumhurbaşkanı’nın çocuğu doğduğunda da aynı kutudan göndermişler. Önceleri mavi-pembe bebek kıyafetleri yer alıyormuş kutunun içinde, sonra renkleri nötrlemişler, topluma kadın-erkek eşittir mesajı vermek adına. İçinde hamilelik döneminde yapılması gerekilenleri anlatan kılavuz, çocuk bezleri, bazı oyuncaklar, kıyafetler v.s yer alan kutuyu dibe vurdukları dönemde de yollamışlar, şu anda çok iyi ekonomiye sahip olmalarına rağmen devam ettiriyorlar. Daha dünyaya gelirken böyle güzel bir jestle karşılaşan bireyin kendi ülkesine bağını düşünebiliyor musunuz? Kuzey Avrupa ülkelerinin iyi yetişmiş beyinleri kolay kolay ülkelerini neden terk etmiyor, cevabı biraz burada saklı.

Gene mutluluk endeksinin en üst sırasındaki ülkelerden Viking kökenli Danimarka’ya kısaca değinelim. Danimarka denilince ilk akla gelen şey Hygge kültürüdür. Nedir hygge, diğer İskandinav ve Kuzey ülkeleri gibi soğuk ve uzun gecelerin hakim olduğu ülkede, sevdiklerinle birlikte mum ışığında zaman geçirmek. Ben bu felsefeden şunu anlıyorum: “mutluluk” aranılan bir şey değildir. İnsan elindekilerle, sevdikleriyle mutlu olmasını bilmeli. Danimarkalılar da bunu yapıyor. Düşünsenize ülkelerinde “Mutluluk Araştırmaları Enstitüsü” isminde bir kurum var. İnsanlar “mutluluk” için araştırma yapıp çaba sarf ediyorlar. Ne büyük dert! Kopenhag’da “Mutluluk Müzesi” açmışlar. “Hayat size mi güzel be kardeşim” diye haset gözlerle bakmayıp da ne yapalım 🙂 Mesela Kopenhag’da bisiklet kullanan insan sayısı, motorlu araç kullanan insan sayısından fazla. Kadın, erkek, çocuk yaş fark etmeksizin işe, okula bisikletle gidiyor.

Bir de “itibardan tasarruf etmeyen insanların yaşadığı ülke”deki görüntüye bakalım:

365 gün, sabah akşam şu trafiği yaşayan insanın mutlu olma şansı var mı? İddia ediyorum Türkiye’deki insanların bu kadar mutsuz olmasının ana sebeplerinden biri İstanbul trafiğidir. Güne şu şekilde başlayıp aynı şekilde bitiren insanların bırakın mutlu olmayı, sağlıklı olması bile mümkün değil.

Son yıllarda bu Kuzey Avrupa ülkelerinde aşırı sağ partiler oylarını artırıyor. Ana sebep ise kendi ırklarının üstün olduğunu düşünmeleri değil (illa ki içlerinde bunu düşünen de vardır), göçmen karşıtlığı. Çünkü huzurlarının bozulmasını istemiyorlar. Mesela belki dünyada en yüksek vergilerin alındığı yerlerden biri Danimarka. Ama halk bundan çok da şikayetçi değil, çünkü ödediği verginin kendisine hizmet olarak döneceğini biliyor. Aynı halk, konu göçmenler olunca eylemler düzenliyor. Bir itirafta bulunayım: ben Suriyeliler gelmeden önce ülkesini ve ülke insanını seven ama öyle çok da sınırları düşünen, Milliyetçiliğe çok fazla anlam yükleyen biri değildim. Ne zaman ki kontrolsüz girişler oldu, artık bunun ulusal bir sorun olduğunu görmeye başladım, o andan beri en büyük Milliyetçi benim 🙂 Yani bugün herhangi bir siyasi partinin ilk seçim vaadi “Suriyelileri, Afganları, Pakistanlıları göndereceğim” olsun, oyumu düşünmeden gider veririm. İş artık bu raddeye geldi. Seçimlere kadar ne olur bilinmez ama şimdilik bunu dillendiren bazı partiler var, isim verip de parti propagandası yapıyor olmayayım, diğerleri entegresyon şu bu diye popülizm yapıyorlar. Bu durumun ırkçılıkla zerre alakası yok. İçten içe üzülüyor da insan onların hallerine ama gelecek beni daha da korkutuyor. Çünkü vatanı, aidiyeti, olmayan, geleceğe dair hiçbir amacı, planı bulunmayan milyonlarca “yabancı” insan. Öyle “din bağı”, “dil bağı” gibi unsurlar benim için önemli değil. Mesela üç gün önce Hatay’daki bir hastanede doğan 28 çocuğun 26’sının Suriyeli olduğu bilgisi yayınlandı. Aklıselim bir insan ülkenin bekasından nasıl endişe duymaz?

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra evet bazı yerlerde mesela Irak’ta, Suriye’de, Vietnam’da, Afganistan’da savaşlar oldu ama dünyanının büyük devletlerinin karşı karşıya geldiği bir durum olmamıştı. Şimdi Rusya-Ukrayna arasındaki savaşa tanıklık ediyoruz. Batılı devletler Ukrayna tarafında olduklarını dile getirseleler de somut olarak hiçbir şey yapmıyorlar. Sadece Ukrayna’ya tabir-i caizse gaz verip duruyorlar. Bir taraftan da kendi savunma sanayilerini güçlendiriyorlar. Çünkü tüm Avrupa uykudaydı, “artık sınırlar değişmez, savaş çıkmaz, ufak tefek sömüreceğimiz ülkeleri aramızda pay ederiz olur biter” diyorlardı. İşin rengi değişmeye başladı. İşte Almanya sadece bu yıl için kendi savunmasına 100 milyar euro ek bütçe ayırdı. Başka devletler de benzer tutumu sergiliyor. Yarın bir şekilde herhangi bir savaşa dahil olsak milyonlarca Suriyeli’nin arkamızdan vuracağına o kadar eminim ki, tarih bunun örnekleriyle dolu.

Ben aslında bambaşka şeylerden bahsedecektim, mutluluktan nerelere geldik 🙂 Meğer coğrafya “kader” değil de “keder”miş.

Herkese mutlu Pazarlar.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s