MEGALİMONİ

2019 yılında Avrupa’nın en “büyük” hastanesi olarak hizmete giren Ankara Şehir Hastanesi’nden sonra geçtiğimiz hafta içinde gene Ankara’ya bu defa da “alan olarak en büyük” şeklinde tanımlanan bir hastane açılışı yapıldı. Vatana, millete hayırlı olsun diyelim. E bu kadar “büyük” hastaneler açıldığına göre en azından Ankara için bundan sonra herhangi bir sağlık problemi kalmayacak demektir. Hastalar rahatça hastaneye ulaşacak, randevularını alırken sorun yaşamayacak, doktorlar ve diğer sağlık çalışanları böylesine büyük bir hastanede daha insani şartlarda görevlerini yapacak(!)

Türkiye’deki bütün şehir hastaneleri açılırken, şehirdeki diğer hastaneler kapatıldı. Yeni açılan hastane için de kamuoyunda belirsizlik hâkim. Mesela gidip görmedim ama bildiğim kadarıyla Türkiye’nin en önemli değerlerinden olan Ankara’daki Onkoloji Hastanesi’nin kapatılacağı söyleniyor. Onkoloji Hastanesi ile birlikte beş hastanenin daha kapanacağı bilgisi paylaşılıyor. En azından Tabipler Odası ve o hastanelerde çalışan personelin görüşleri bu yönde ama Sağlık Bakanı kapatılmayak diyor. İyi de, hiçbir yer kapatılmayacaksa bu yeni “büyük” hastanede kim çalışacak?

Şehir hastaneleri fikri yeni değil. Avrupa’da mesela İngiltere’de denendi ama hem halk hem çalışanlar için büyük sorunlar yaşandığı için vazgeçildi. Neden? Cevabı basit aslında, bu tarz yapılar ancak ulaşım sorunu yaşamayan, az nüfuslu yerlerde tatbik edilebilir. Şehir genişledikçe, kalabalıklaştıkça “merkez” diye bir yerden bahsetmek olanaksız. Tabii tek problem ulaşım da değil. Şimdi Avrupa’da hakim anlayış nedir, “dal hastaneleri” açarak hizmet vermek. Mesela uzmanlaşmış göz hastanesi, çocuk hastanesi, göğüs hastanesi, kapatılmasına dair spekülasyon olan onkoloji hastanesi gibi yapılar açıp “genel”den “özel”e geçişi sağlamak. Böylece sağlık hizmetinin daha hızlı, daha verimli bir şekilde halka ulaşması amaçlanıyor. Yani “büyük” hastaneler yerine küçük uzmanlık hastaneleri.

Bir yerin, bir nesnenin ilk tanımlanan özelliğinin “büyük” olması, çoğunlukla o yer ve şeyin ana amacından, bağlamından koptuğunun göstergesidir. Ve dünyanın herhangi bir yerinde kamusal faydanın gözetilerek açıldığı söylenilen ama başat özelliği “büyük” olan yapılar, o toplumun o yapının faaliyet gösterdiği alanda sorunlu olduğu bilgisini bize verir. Yani ana problem, “büyük”lük maskesi ile kapatılmaya çalışılır. Hizmet ne kadar küçük ise yapı o derece büyür. Mesela “Avrupa’nın en büyük adalet sarayı” diye İstanbul’un Avrupa yakasına, yetmiyor “dünyanın en büyük adalet sarayı” diye Anadolu yakasına bina açıyorsun ama ülkede o büyüklüğün zerresi olmayan bir hukuk sistemi ile karşı karşıya kalıyorsun. “En büyük cami” diye Çamlıca’ya cami inşa ediyorsun ama daha dün Diyanet İşleri Başkanı’nın açıkladığı gibi ülkedeki çoğu camide namaz kılan insan sayısı her geçen gün daha da azalıyor. Sağlıkta devrim diye yola çıkıyorsun, ne halk ne sağlıkçılar memnun, bu sorunu kapatmak için büyük büyük hastanelerin açılışını yapıyorsun.

Büyükşehirlerde, en büyük havaalanlarını, köprüleri kullanarak ulaşım sağlayan, en büyük hastanelerde tedavi olan, en büyük AVM’lerden alışveriş yapan, en büyük adalet saraylarında davaları görülen, nereye baksa büyük yapılara tanıklık eden, bu kadar büyüklük içinde küçücük gülümsemelere muhtaç kalan insanların yaşadığı topraklar…

Hadi bir fıkra ile bitireyim: Bir köpek maması fabrikasının sahibi şirketinin bütün müdürlerini, fabrikasının bütün şeflerini, amerika’nın tüm eyaletlerine dağılmış satış temsilcilerini, reklam, halkla ilişkiler görevlilerini toplamış. Kürsüye çıkmış: “Bu ülkenin en büyük köpek maması fabrikası kimin” diye bağırmış.. Yüzlerce kişi bağırarak cevap vermişler: “Bizim”. Patron yine sormuş: “En çarpıcı, en göze batan en büyük paketi, kutuyu kim yapiyor?” “Biz” diye haykırmış kalabalık.. “En büyük reklam kampanyasını kim yapıyor” diye bağırmış. “Biz” diye yanıt gelmiş yine hep bir ağızdan. “En büyük süpermarketten en ücra köydeki bakkala en iyi dağıtımı kim yapıyor?” demiş. “Biz” diye haykırmış salon. Patron avazı kadar bağırmış: “O zaman niye satamıyoruz bu mamaları?” Salondaki ölüm sessizliğini arka sıralardan gelen cılız bir ses bozmuş: “Lanet olası köpekler yemiyorlar ki!”

İyi Pazarlar..

1 Comment

  1. Evet, çok üzücü aynı zamanda israf denen şeyin anlaması zor bir gururla birleştiren bir curcuna almış başını gidiyor bu ülkede. Örneğin İstanbul hava alanı, uçak yere indikten sonra çok uzun bir taksi yolculugu sonunda terminale ulaşılan, indikten sonra yine çok uzun bir yürüyüş sonunda ancak bavulunuzu alıp çıkabileceğiniz benim gördüğüm en zor bir alan.
    Çeşme yolunda Bursa’da yapılan koskoca bir hastahane var ki yakınında hiç bir yerleşim göremedim. İnsanlar hasta olduğunda daha çok acı çeksin ve ulaşımı zor olsun diye uzak bir yerde yapmışlar anlaşılan. Aklın bittiği bir yerde yaşıyoruz.
    İyi pazarlar.

    Liked by 1 kişi

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s