YAKLAŞAN TEHLİKE

Seçim sonrası siyasi analizler tüm hızıyla devam ediyor: “Millet ittifakının adayı yanlıştı”, “Cumhur ittifakı ezdi geçti”, “Meral Hanım masadan kalktığında tekrar oturmamalıydı”, “CHP listelerinden Meclis’e giren eski Akp’lilerin desteği ile Anayasa değişebilir”, “Kılıçdaroğlu artık genel başkanlığı bırakmalı”, “İyi parti ittifaktan ayrılmalı “ gibi artık ilgimi çekmeyen yığınla gereksiz yorum. Gereksiz, çünkü çok daha ciddi meselelerimiz var. Berbat giden ekonomi, bu iktidar var olduğu sürece hiçbir zaman çözüme ulaşmayacak sığınmacı sorunu derken bambaşka bir tehlike ile karşıya karşıyayız: toplumsal kutuplaşma. Evet hemen her toplumda, her dönem, sürecin getirdiği sağ-sol ya da inanç, ırk farklılığından dolayı mesela Alevi-Sünni, Türk-Kürt gibi kamplaşmalar oldu ama bunların hepsi yapaydı. Hiçbirinin ne mantıklı ne de sağlıklı bir alt yapısı var. Şu an yaşadığımız kutuplaşma ise öncekilere hiç benzemiyor…

Hakkını vererek üniversite eğitimi almış hemen her genç uzmanlık alanları dışında iki felsefeyi de heybelerine alarak mezun olur. İlki “sosyal felsefe”dir. Nedir sosyal felsefe: Dil, din, ırk, renk, mezhep ayırmadan dünyada yaşayan her insanı eşit görmek, gelir dağılımının adil bir şekilde paylaşılmasını savunmak, savaşlara, tabiatın zarar görmesine, nükleer enerjiye falan karşı çıkmak, evrensel hukukun üstünlüğünü kabul etmek… Bu felsefe hangi üniversitede, hangi şehirde ya da ülkede mühendislik ya da tıp veya hukuk eğitimi aldığına göre değişmez. Bir nevi “insanca” yaşamanın manifestosudur. İkincisi ise “kültür felsefesi”dir. Kültür felsefesi, sosyal felsefe ile büyüyüp gelişir. Dünyanın ortak değerleri olan klasik eserleri okumak, sanat eserlerini incelemek, üzerine düşünmek, tiyatro, sinema görsel sanatlar ile ruhunu besleyip sosyal dünyaya bakışını perçinlemek. Kültür felsefesinin bir tarafında ülkenin değerleri de vardır. Ortak tarih, gelenekler, ahlaki normlar, giyim-kuşam, yemek kültürü v.s Burada tehlikeli olan şudur: sosyal felsefesini tamamlayaman, geliştiremeyen insanlar sadece kültür üzerinden düşünüp hareket ederse sıkıntılı sonuçlar ortaya çıkar.

Bütün gelişmiş ülkelerde, refah düzeyi, mutluluk oranı, gelecek planı, estetik algısı, toplum vicdanı gibi parametreleri belirleyen genellikle orta gelir seviyesindeki insanların tutum ve davranışlarıdır. Kimdir bu orta gelir grubu: “genellikle” üniversite öğrenimi görmüş ve kazancını o eğitim gördüğü alan üzerinden sağlayan mesela doktor, mühendis, öğretmen, avukat, hakim, yazılımcı, bankacı, akademisyen, eczacı, mesleğini özel şirketlerde icra eden kişilerdir. Mesela istisnalar olmakla birlikte televizyonda gördüğünüz bütün reklamların hedef kitlesi orta gelir seviyesidir. Çoğu sinema filmi, ideolojik ya da çocuk oyunları hariç tiyatro eserleri, konserler, eğlence merkezleri, müzeler, gezi turları, AVM’ler v.s genel olarak o gruba hitap etmeye çalışır.

Hani sosyolojik tespit yapanlar zengin-fakir savaşından/ayrımından bahseder ya, bana göre bu son derece hatalı bir değerlendirmedir. Çünkü asıl ayrışma orta gelirli ile düşük gelir grubu arasındadır. Yüksek gelir grubu son derece azınlık ve bambaşka bir seviyedir. Düşük gelir grubundaki kişi, yüksek gelir grubundan biriyle hayatının hangi alanında karşılaşacak da kıyas yapıp öfke besleyecek? Ama mesela bir hastanede çalışan temizlik görevlisi, bir doktoru inceleme fırsatı bulabiliyor. Giyimini, kullandığı arabayı, yediği yemeği, dinlediği müziği, kullandığı telefonu, kendisine verdiği emirleri… içten içe bir kıyas yapıyor, onun sahip olduklarına hiçbir zaman sahip olamayacağını biliyor. Burada mesele kendisinin o arabaya, telefona, itibara sahip olmaması değil, her gün gördüğü birinin o hayata sahip olması. “Bende de olsun”dan çok “onda olmasın” düşüncesi. Bu düşüncede olan insanların kendilerine göre “hesaplaştığı” alanın adıdır “seçim sandığı”. Yani “düşük gelir sahipleri nasıl olur da hala Akp’ye oy veriyor”un bir tarafında bu gruptaki insanlar var. Evet bir Tayyip Erdoğan kültü var, pek çok insan onu bir anlamda Tanrı mertebesine koymuş olsa da Akp’ye daha doğrusu cumhurbaşkanlığı seçiminde kendisine oy veren önemli sayıdaki kitle orta gelir seviyesindeki insanlara karşı hiç de iyi duygular beslemeyen insanlardan oluşuyor. Hatırlarsınız, bir sokak röportajında akp seçmeni olan bir kadın “akp’nin halkta yarattığı kazanımlara” örnek olarak “artık doktorları dövebiliyoruz” demişti.

Konu bir blog yazısına sığmayacak kadar uzun. Mecburen kısa geçişler yapmak zorunda kalıyorum.

Düşük gelirliler, orta gelirlilere bu şekilde bakıyor da orta gelirlilerin onlara yaklaşımı çok mu insancıl? Bunu tartışabiliriz, sadece başörtüsü taktığı için onu teşbihte hata olmaz ama bir böcek gibi gören yok mu, tabii ki var. Ya da elindeki gücü astının üstünde deneyimleyen, mobbing uygulayan, bir markete girdiğinde asgari ücretle çalışan kasiyere hakaretamiz sözlerde bulunan, siparişini geç getiren garsona çıkışan bir yığın insan var. Ama bunların hepsi orta gelirli insanların bir özelliği değil. O grup içinde bulunan sosyal ve kültür felsefesini geliştirememiş insanlar.

Yazının başında “tehlike” olarak gördüğüm şey ise şu: önceden orta gelirliler seçimlerde kime oy verirse versin düşük gelirli insanlara karşı tabii ki kızgınlıkları vardı ama özellikle bu seçim sonrası “öfke”ye dönüştü. Sosyal medyaya bakıyorum, Samsun’da köylüler Akp’nin belediye başkanını eleştiriyor, altına gelen nerdeyse bütün muhalif yorumlar “ohh iyi olmuş, beter olun”. Malatya’da belediyenin iki lira daha ucuza satışa çıkardığı ekmek için kilometrelerce kuyruk oluşmuş, haberin altındaki yorumlar “ohh iyi olmuş, beter olun”. Seçimin hemen sonrasında valilik emriyle kimi iş yerleri, evler yıkılmış yorumlar gene aynı “ohh iyi olmuş, beter olun”. Bunun gibi sayısız örnek. Yani önceden muhalif kitle öfkesini iktidar partisinin milletvekillerinden, yöneticilerinden çıkarırken artık bu tepkisini seçmen üzerinden hem de çok sert bir dille yapmaya başladı. Çok kişiden duydum “artık hiçbir vakıfa, bir aileye falan yardım yapmayacağım” diye. Mesela İstanbul belediyesinin çıkardığı askıda fatura”nın verilerini merak ediyorum, bu ay yardım yapan oldu mu? Bu ülkenin gözbebeklerinden Kızılay “kan bağışçısı çok azaldı, kan ihtiyacımız var” diye açıklamada bulunmuştu. Neden, çünkü çoğunlukla bağışçılar sosyal ve kültür felsefesini geliştirmiş, digerkamlık düşüncesindeki insanlardan oluşuyordu. Şimdi devlet ya da herhangi bir cemaat desteği olmayan sosyal ve yardımlaşma vakıflarının da bağışçı sayıları düşecek. Sadece bu kadar da değil. Bir fıkra vardır: devlet boş bir araziye iki bekçi almaya karar verir. İki bekçi işe alınır da bunların görev tanımı, işini yapıp yapmadığını denetleyecek kişi lazım. İki tane de kontrolör alınır. çalışanların bordrolarını hazırlayacak, giderlerini kontrol edecek, hesaplatacak muhasebeci ve müşavir alınır. E bunların sorumlu olacağı bir yer olmalı, bir müdür iki tane de müdür yardımcısı alınır. Sonrasında ekonomik kriz baş gösterir, kemer sıkma politikası uygulanır ve diğer personeller işlerine devam eder ama iki bekçi işten çıkarılır. Yani ortada herhangi bir “iş” olmasa bile bir şekilde üst kademedekilere olağanüstü bir durum olmadığı sürece bir şey olmaz, gözden çıkarılacak kesim bellidir. Haliyle bu öfke işten çıkarmalara, mobbinglerin artmasına sebep olur mu?

Bu kutuplaşma nerelere varır, daha da şiddetlenir mi, etkisi günbegün azalır mı bilmiyorum ama en azından “terörist”, “çapulcu”, “sürtük”, “vatan haini” gibi gün aşırı hakaret edilen bu grupla hükümetin bir şekilde barışması lazım. İki gün önce Tayyip Erdoğan “tüm küskünlükleri, kırgınlıkları geride bırakmalıyız” dedi ama şu 21 senede ne denilse tersini yapmış grubun sözlerine ne kadar inanılır, etkisi ne kadar olur kestiremiyorum.

Not: Yazıda “orta gelir grubu” diye nitelendirdiğim kişileri sadece ekonomi temelli almadım. Yoksa bir öğretmenin ya da kamuda görevli üniversite mezunu yeni işe başlamış memurun asgari ücret seviyesinde maaş aldığını biliyorum

İyi günler diliyorum.

2 Comments

  1. Evet maalesef sorun eskiden Orta direk denilen ve arslan payi vergi veren kesimin azalmasi, ayni anda dusuk gelirli kesimin surekli artan oylariyla basta kalan yonetime sorgusuz bagimliligidir. Bu dar gelirli kesimin egitim ve ekonomik sartlari iyilesmedigi surece hicbir secim sonucu degismeyecektir.

    Liked by 1 kişi

Aydin Erturk için bir cevap yazın Cevabı iptal et