Her dilin kendine ait bazı kelimeleri vardır, başka dillere tek bir kelime olarak çevrilemeyen. Mesela bizdeki “gönül” kelimesininin başka dillerde herhangi bir karşılığı yoktur. Özellikle sosyal bilimlerde terim üretemediğimiz için yabancı dillerden gelen kelimeleri aynı şekilde kullanmak zorunda kalıyoruz. Bu kelimelerden biri de “retro”. Her ne kadar Latince “geri” kelimesinden türemiş olsa da geçmişe, bilhassa 1960-70’li yıllarına özlem duyma anlamında kullanılıyor. Tek bir kelime ile olmasa da retronun bizdeki karşılığı “eskiden buralar dutluktu” falan olabilir 🙂 Genel itibariyle “ahh ahh, nerede o eski günler” tarzında bir yaklaşımla hayat yaşamayı sevmiyorum. Benim için “bugün” çok daha önemli. Elbette bunun istisnaları var.
Her kuşak kendisini öncekilerle, sonrakiler arasında sıkışmış, arafta kalmış olarak tanımlar ama bizim kuşak gerçekten de böyle bir durumda. Sanat, edebiyat gibi ruhsal anlamda insanı besleyen alanlarda yeterli doygunluğa ulaşamadık. Bunun sebeplerini sıralayacak değilim ama geçmişte özellikle 60’lı, 70’li yıllarda -her ne kadar o dönemlerde yaşamamış olsam da okuduklarım ve duyduklarım kadarıyla- insanların bu alanlarda daha bilinçli daha doğrusu orijinal, hormonsuz bir şekilde beslendiğini düşünüyorum. Bana göre o yıllarda “orta” diye bir şey yok. Bilgili olan gerçekten bilgili oluyormuş, cahil olan da cahilliğinin hakkını vererek tam cahil oluyormuş. 0 noktası olmayan artı ve eksi kutuplarda yaşamlar. İşte bu yüzden mesela müzik alanında bugün insanı ruhsal dinginliğe ulaştıran, kulağının pasını silen ne kadar kaliteli eser varsa o yıllardan kalma. Hem de müziğin her alanında ve Türkçe ya da yabancı dil farketmeksizin… Çünkü beste, güfte, güfte içinde yer alan kelime oyunları, şarkıların beslendiği damar ya da hikayesi akıl almaz derece etkiliyor. Haliyle o eserleri her ne zaman dinlesem bir retro yolculuğu kaçınılmaz oluyor.
Müzik zevkim arasında en son sıralarda türkü bulunuyor. Belki genelde “hormonlu” seslere tanıklık ettim, belki içime çok işlemedi bilmiyorum ama bir türlü ısınamadım. Tabii bunun da istisnaları bulunuyor. İşte bu istisnalardan biri, 35 sene önce bugün yitirdiğimiz, gerçekten müthiş bir sese sahip olduğunu düşündüğüm Ruhi Su. İcra ettiği müzik türü, siyasi görüşü genel anlamda bana hiç hitap etmiyor olsa da sesi, yaşadıkları, mücadelesi, sanata katkıları v.s büyük bir saygıyı hak ediyor. Ermeni bir aileden gelmesi, ailesini hiç tanımaması, müziğe duyduğu aşk için verdiği mücadele, siyasi parti ayırt etmeksizin bütün hükümetler tarafından “sakıncalı” olarak görülüp her türlü engellemeyle karşılaşma, işlerden çıkarılma, hapislerde yatma v.s… Eserlerine bakıyorum, hiçbirinde halkı isyana teşvik, vatana ihanet şu bu hiçbir şey yok. Ankara’nın taşına bak, gözlerimin yaşına bak diyor, Çanakkale içinde vurdular beni diyor, Drama köprüsü diyor… İnternet üzerinde geçmiş dönemlere ait gazetelerde tarama yaptım hiçbirinde “gerçek suçu” nedir bulamadım. Suç isnat edilen tek şey TKP’ye üye olmak. Hadi 1950’lerde konjonktür gereği komünizm büyük tehlike olarak görülüyordu da 1980 darbesinde, o yıllarda 70’li yaşlarına gelmiş biri, hem de kanser olduğu halde, tedavisi ancak yurtdışında mümkün iken ona pasaport vermemek nasıl bir saçmalık, nasıl bir korkudur? Nobel Edebiyat Ödülü almış Günter Grass öncülüğünde pek çok yabancı yazar bile durumdan haberdar olup bu duruma çare bulunması için Türk hükümetine mektuplar yazmasına rağmen, ülke içindeki “aydın”lar nasıl statik kalmışlar anlamak mümkün değil.
Yaşar Kemal‘e: “Ruhi Su da bütün büyük sanatçılarımız gibi öz yaşamını, sanat yaşamını talihsizlikler içinde sürdürdü. Kötü koşullar daha onun yakasını bırakmış değil. Demek ki, bir sanatçının ateşinin inadı hiç bir engeli tanımıyor. Ruhi Su, bütün engelleri aşıp halkına ulaştı. Bu, zor bir işti. Üstesinden geldi. Sanatını derinlemesine oluştururken, halkına ulaşmasını da bildi. Ruhi Su’nun, Anadolu’nun sesi dünya halklarına da ulaşacaktır. Bu, ergeç gerçekleşecektir. Çünkü halklar kardeştirler ve Ruhi Su halkımızın sesidir”, Cem Karaca’ya: “Nasıl şarkı söylemem gerektiğini İlham Gencer’den, ne söylemem gerektiğini de Ruhi Su hocamdan öğrendim”, Fikret Kızılok‘a: “Ruhi Su, müzik ötesinde başka şeylere sahip bir insandı: Sağlam bir karakter, satılmazlık, menfaatler ne olursa olsun yön değiştirmemek, aynı yolda devam etmek. Bunlar bizim için bir örnekti”, Aşık Veysel‘e “Köylüyü, şehirliye sevdiren adam” cümlelerini kurduran, Erkin Koray’dan, Zülfü Livaneli‘ye, Timur Selçuk‘a yüzlerce müzik adamını etkilemiş bu değerli insanın cenazesine devlet tarafından yasak getirildi. Cenazeye katılanlara askerler saldırdı ve bu saldırı sonrası 163 kişi gözaltına alındı.
Bu ülke var olduğu sürece Ruhi Su gibi isimler ölümsüz olacak ama onun kitlelere yayılmasını engelleyen, müziğini yasaklayan, güç zehirlenmesine uğrayıp istediği şeyi yapma hakkını kendinde gören “isimsiz” kişiler de, zihniyetleri de lanetlenecektir…

Ruhi Su’yu yad etmiş olduk hep birlikte..
Her anın tadına varacağınız bir Pazar günü diliyorum,
Sevgilerimle 💖
Kalemine, yüreğine sağlık canim. Yine arkasındaki hikâyeyi bilmedigimiz, tanıdığımızı zannedip, aslında tanımadığımız özel bir insanı yaşattın bize. Tesekkur ederim. Müzik ile yakinligim; kulagimla algilarken, kalbimin icinde bi yerlerde titreşim aldığım kadar. Bu nedenle tür farketmiyor. “Gönül teli” me dokunan, güfte, melodi yakalayabiliyir beni. Türküleri belki sözleri, belki nameleri ruhuma daha tanıdık geldigi icin seviyorum sanirim.
İnsanlığa farklı katkılarda bulunan, secilmis olduguna inandığım bütün özel insanlara minnetle.. Ruhi Su da -cektiklerine ragmen- sonsuzlugu garantileyen isimlerden olmayi basarmis bir insan olarak hayata fiziki olarak veda etmis biri diye düşünüyorum..
Nameleri kulaklardan silinmedigi surece yasayacaktir. Ruhu şad olsun 🙏🤲
BeğenLiked by 1 kişi
Nesrinim ölümsüzlük yaşarken ölmek demek midir? Şu paylaştığın Yemen türküsünü ürpermeden dinleyebilen pek azdır diye düşünüyorum. Yorumların benim için su.. Ben de çok teşekkür ederim kıymetlim. Mutlu haftalar olsun, seviyorum çok 💖❤️
BeğenLiked by 1 kişi