Satranç üzerine çeşitlemeler..

1- Tarihte Satranç:

1500 yıllık ve asırlardır kuralları değişmeyen strateji ve ‘savaş’ oyunu satrancın çıkış noktası muğlak olsa da, ilk yazılı kuralların Sankskritçe olduğu biliniyor. Buradan çıkıp, bugün oynadığımız haline en yakın versiyonunun Hindistan’da bulunduğunu söyleyebiliriz. Yaygın bir inanışa göre oyunu Brahman Sissa adında bir derviş icat etti ve yapısını Hint ordusundan esinlendi. O zamanki Hint ordusu 4 kısımdan oluşuyordu:

1-Filler

2-Atlılar

3-Savaş arabaları


4-Yayalar

Brahman Sissa, sankrit dilinde “4” demek olan (çatur) sözcüğüyle “kısım” anlamına gelen (anga) sözcüğünü birleştirerek yeni bulduğu savaş oyununun adını koydu: Çaturanga! Hükümdar Balhait’e oyunun kurallarını öğretti, hükümdar oyunu o kadar sevdi ki dervişi ödüllendirmek istedi.. Hükümdar’ın ısrarı üzerine “satranç tahtasının karelerini buğday ile doldurun, yeter” dedi. Yalnız bir şartı vardı. “Birinci kareye bir, ikinci kareye iki, üçüncü kareye dört, dördüncü kareye sekiz, beşinci kareye on altı… ta ki 64 kare bitinceye kadar bir öncekinin iki katı buğday konulsun!”
Hükümdar Balhait, bu kadar basit görünen arzunun derhal yerine getirilmesini emretti. Hemen bir tabak buğday getirdiler. Daha 13. karede iken 4096 buğday tanesi gerekince, akılları başlarına geldi. Oturup bir bir hesap edince gördüler ki; değil Hindistan’ın buğdayları tüm Dünya’nın buğday ambarları toplansa bile Sissa’nın isteğini karşılayamaz! Oyunu bulan dahinin, yine aynı çizgideki isteği karşısında hükümdarın oyuna hayranlığı arttı. İran’lı büyük şair Firdevsi ünlü”Şahname” adlı eserinde, komşu Hint hükümdarının İran şahına kıymetli bir satranç takımı hediye ettiğini ve çözülmesi zor bir  satranç problemi sorduğunu İranlı bilginlerin bu problemi kısa bir sürede başarı ile çözdüklerini överek anlatır (M.S.6.yy).
Çaturanga İran’a girerken adını değiştirmiştir: Çatrang!
Daha sonra Araplar İran’ı fethettiler. Bu arada satrancı da öğrendiler. Böylelikle oyunun adı Şatranç oldu. Bizde de bir süre Şatranç olarak kullanılmış.

2- Selim’in Satranç Örgüsü:

Yavuz Sultan Selim, henüz şehzadeyken satranç ile ilgilenmeye başlar. İran’da yaygın oynandığını ve Şah İsmail’in ustalığını duyduktan sonra onunla oynamayı kafaya koyar. Oynadıkları ilk oyunda rakibin oyun tarzını tartar ve hızlıca yenilir. İkinci oyunda ise kısa sürede yener.

Mat olan Şah İsmail sinirlenir ve:

-Bre derviş! Hiç şahlar mat edilir mi? der.

Genç şehzade hemen cevabı yapıştırır:

-Şahların mat edilmeyeceği danışıklı dövüşünü bilseydim, elbette benim de tavrım ona göre olurdu.

Bunun üzerine Şah İsmail iyice sinirlenir Şehzade Selime bir tokat atar. Huzurdan ayrılırken, ağzından şu sözler dökülür:

“Sanma şâhım herkesi sen sâdıkâne yâr olur 
Herkesi sen dost mu sandın belki ol ağyâr olur
Sâdıkâne belki ol bu âlemde dildâr olur
Yâr olur ağyâr olur dildâr olur serdâr olur.”

Soldan sağa ve yukarıdan aşağı okunduğunda değişmeyen bu satırlar Yavuz Sultan Selim’in şiir dehasını göstermekle kalmaz, şiirde yeni bir vezin olarak edebiyatta yer alır. Yavuz Sultan Selim, satrançta yendiği Şah İsmail’i Çaldıran Savaşı’nda da affetmeyecektir.

3- II. Dünya Savaşında Satranç:

1939’da Hitler’e bağlı Nazi birlikleri Polonya’yı işgal ettiğinde, savaşın seyrinin değişmesinde İngiliz satranç ustalarının katkısı büyük oldu. İngiltere’nin

ünlü şifre kırma merkezi Bletchley Park’ta Alan Turing ile birlikte enigma kodunu kırarak savaşın kaderini değiştiren ekipte, İngiltere satranç takımı oyuncuları Harry Golombek, Stuart Milner-Barry ve CHO’D Alexander yer almış.

4- Edebiyatta Satranç:

Satranç ile ilgili sadece kitaplar yazılmadı, pek çok filmde beyazperdeye aktarıldı. Beni etkileyen kitaplardan biri Stefan Zweig’in Satranç’ı hakkında kısaca yazmak istiyorum: Bu incecik kitap, satrancın bir oyundan öte hayatın ta kendisi olduğu mesajını çok net veriyor. Her durum ve şartta insanın hayatta kalma üzerine programlandığını, istek ve yeterli azim ile aslında insan beyninin başaramayacağı bir şeyin olmadığını, karakterlerin başarılı psikolojik analiziyle anlatan kısa ve çarpıcı bir öykü.

Stefan Zweig’da 1942 yılında Hitler Almanya’sından kaçmış olan barış yanlısı, bir yazar olarak Rio de Janeiro’da bir otel odasında karısı ile birlikte intihar ederek hayata karşı son hamlesini yapmıştır. ŞAH MAT!

5- İş hayatında Satranç Metaforu:

Bildiğiniz üzere satrançta en zayıf taş piyondur. Ama piyonun şöyle bir özelliği bulunuyor: karşı sahaya geçtiğinde şah hariç istediği bir taş olabiliyor. Yani her piyonun içinde potansiyel bir vezir vardır. Tabii bunun için uzun bir yol kat etmesi gerekmektedir. Sabırla, azimle, strateji ile, zeka ile. Bununla birlikte piyonun büyük de bir handikapı vardır: en değerli taş olan şah’a bakıp kıyas yaparak “ben de onun gibi tek kare ilerleyebiliyorum, çapraz yiyebiliyorum” diye ona öykünerek hareket ederse yolun ortasında feda edilebilir. Çünkü satrançta geriye doğru hareket edemeyen tek taş piyondur ve o yüzden savunmasızdır. Geriye dönüp hatalarına bakabilmek ise önemli bir meziyettir. Şirketlerin yönetim şemasını satranç gibi düşünürsek, çoğu personel piyon olarak işe başlar ve performansına göre kimisi yolun ortasında oyuna yani işine veda eder, kimisi stratejik bir hamle ile oyun kazandırır, kimisi azimle karşı sahaya geçer yani kariyer basamaklarını bir bir tırmanarak önemli noktalara gelebilir. Burada dikkat edilmesi gereken tek nokta, aynaya bakıp içindeki potansiyeli dışarı çıkartabilme ferasetini gösterebilmektir.

6- İnsanlığın Sonu ve Satranç:

1997 yılında Deep Blue adında bir IBM bilgisayarı, dünya satranç şampiyonu Garry Kasparov’u yendi; öncüllerinin aksine devrelerinin gücüne başvurarak trilyonlarca olası hamleyi değerlendirmemiş, yalnızca oyunun gidişatına göre akıllı tepkiler vermişti. Newsweek dergisi bu maç için “ Beynin Son Savunması” başlığını atmıştı. Kasparov ise maçın sonucunu “ insanlığın sonu” olarak niteledi.

Satranç gibi bir ‘savaş’ oyunu ile hayat mücadelesi ‘siyah-beyaz’ bir film gibidir, çözmeye bir ömür yetmez.

Keyifli bir Pazar günü dileğiyle, sevgilerimle💖

4 Comments

  1. Yine harika bir anlatim, aktarım 👏👏👏 bayılıyorum seni okumaya. Maalesef satranç oynamayı bilmiyorum.bir iki denedim ısınamadım sevemedim.. belki de kendimi yeterli bulmadım.
    Ancak yazdıklarını, betimlemelerini okuyunca anladım neden sevemedigimi.. ben yasamda strateji sevmiyorum.. akisina yasamayi, karsima cikan yollara göre hareket etmeyi tercih ediyorum galiba.. o kadar güzel anlatmissin ki, denesem mi acaba diye dusunmeye basladim 😁 kalemine yüreğine sağlık çiçeğim 😘💜

    Liked by 1 kişi

    1. Nesrinim karşı tarafın hamlesini düşünmeye vakit ayıramayacak kadar hesapsız ve yoğun yaşıyoruz sanırım kastettiğin bu. O kadar çok şeyi düşünüyoruz ki fazlası doz aşımı gibi kaçındığımız bir durum oluyor. Çok teşekkür ederim kıymetlim, güzel yüreğine sağlık, haftana mutluluk dolsun. Öpüldün Canı yürekten teşekkürlerimle💖🙏

      Liked by 1 kişi

  2. Elifcim , işlediğin konuya dair yaptığın analizler tamda “satranç elle değil akılla oynanır “ sözüyle örtüşmüş aklına sağlık.
    Hayatın tüm alanlarında aklın bilmin matematiği satranç ve kurallarının sürekli tekrarı aslında..Sevgiler.

    Liked by 2 people

  3. Elifcim, yine cok akici ve bilgilendirici bir yazi. Lutfen yazmaya devam et cok keyifle ve bir cirpida okunuyor yazdiklarin. Sevgiler

    Liked by 1 kişi

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s