Nerdeyse bütün insanlığın en büyük amacı uzun ve sağlıklı bir hayat yaşamak. Bu yüzden gün aşırı “beslenmenize dikkat edin”, “uyku düzeninize dikkat edin”, “spor yapmayı ihmal etmeyin”, “stres yönetiminini güçlendirin” v.s gibi sayısız reçete önümüze getiriliyor. Elbette bunların hepsi son derece önemli faktörler ama çoğu insanın bilmediği bir faktör daha var: Roseto Etkisi.
Roseto Valfortore, İtalya’da Apenin Dağlarının eteklerinde yer alan bir bölge. Çok eski dönemlerde kurulmuş bu yerleşim alanında hayat son derece zordur. Çok fazla iş imkanı bulunmayan topraklarda yöre halkının bir kısmı çevre tepelerde bulunan mermer ocaklarında çalışırken, bir kısmı da tarımla uğraşıyordu. Birbirinin yanı sıra kurulmuş, nerdeyse “bitişik nizam” diye tanımlanabilecek kırmızı kiremitli evlerinden sabahları çıkıp dağdan aşağı 6 kilometre yol yürürüyüp akşama kadar çalıştıktan sonra aynı yolu bu defa bir dağcı edasıyla tırmanarak bitiriyorlardı. Müthiş zorlu bir hayat.

Halkın fakirlikten beli bükülmüş, hemen hepsi okuma-yazma bilmiyor ve geleceğe dair ekonomik anlamda hiç de umutları yok. Hayat bu şekilde devam ederken bir haber duyarlar, okyanusun öte tarafında cennet vaat eden bir kıta bulunuyor. 1882 yılında sayıları on bir kadar Rosetolu erkek bir gemiye binip New York’a doğru yolculuğa çıkıyor. Amerika’ya geldiklerinde Pennsylvania’da bir taş ocağında iş bulurlar. Ertesi sene on beş Rosetolu daha bu arkadaşlarının yanına geldi. Bu akış devam etti ve yüzlerce Rosetolu bir anda kendisini Amerika topraklarında buldu.

Rosetolular şehirden uzak kayalık bir yamaçta arazi satın aldılar. Evlerini tıpkı İtalya’da olduğu gibi kırmızı çatılı ve dip dibe inşa ettiler. Peşine gene geldikleri yerdekine benzer bir kilise yaptılar ve bu yerleşim yerine Roseto adını verdiler. 1896 yılına gelindiğinde kilisenin rahibinin önderliğinde ruhani topluluklar kurulmaya başlandı. Gene rahibin tavsiyesi ile evlerinin arkasındaki uzun arka bahçelere soğan, fasulye, patates, kavun ve meyve ağaçları diktiler. Rosetolular arka bahçelerinde domuz yetiştirmeye ve ev yapımı şarap için üzüm yetiştirmeye başladı. Okullar, park, manastır ve mezarlık inşa edildi. Küçük dükkanlar, pastaneler, restoranlar ve barlar açıldı. Hazır giyim ticareti için bluzlar yapan bir onlarca küçük fabrika kuruldu ve Roseto yıllar geçtikçe yaşanılır bir yer haline gelmişti.

1950’li yıllara gelindiğinde yaz aylarını Pennsylvania’da, Roseto’ya yakın bir bir çiftlikte geçiren Stewart Wolf isminde bir doktor, orada olduğu dönemlerin birinde Roseto’da bulunan bir Tıp derneğinden konuşmacı olmak için teklif aldı. Konuşma bittikten sonra meslekdaşlarıyla sohbet ederken içlerinden biri: “17 senedir bu mesleği yapıyorum, buradaki tüm çevreden bana hasta geliyor ama Roseto’dan bir kişi bile kalp rahatsızlığı için gelmedi”. O yıllarda Amerika’da en fazla ölüm nedenlerinden biri kalp kriziydi ve Wolf duyduğu bu söz sonrası hayretini gizleyemedi ve bu konuyu araştırmaya karar verdi. Görev yaptığı Oklahoma’daki meslekdaşlarından ve öğrencilerinden yardım istedi. Büyük sayılabilecek bir ekiple mümkün olduğunca geriye doğru giderek Rosetoluların ölüm belgelerini incelemeye başladılar. Kan testleri, EKG, genel kontroller v.s derken ortaya çıkan bulgular enteresandı: Rosetolular arasında ne şimdi ne de geçmişte kalp rahatsızlığı yaşayan yoktu. Hatta türlü nedenlerle ölüm oranı inanılmaz düşüktü. Wolf, araştırmayı bir adım daha ileri götürdü. Oklahoma’dan Sosyolog arkadaşı John Bruhn’dan yardım istedi. Onun önderliğinde bir başka grup oluşturuldu ve 21 yaş üstü herkesle tek tek konuşuldu. İntihar vakası, alkol, uyuşturucu bağımlılığı hiçbiri yoktu. Bu insanlar sadece “yaşlılıktan dolayı” ölüyorlardı. Hepsi şaşkınlık içinde bu durumun arkasındaki “neden”i araştırmaya koyuldu.
İlk düşünce, Amerika’ya gelmeden önceki beslenme alışkınlıklarının devam etmesiydi. Ama bu düşünceden hemen vazgeçtiler, çünkü Rosetolular İtalya’da daha sağlıklı olan zeytinyağını kullanırken burada domuz yağını kullanıyorlardı. İtalya’da yedikleri ekmek daha besleyici ve ince bir hamurdan yapılıyorken, burada kolestrol için sorun yaratabilecek bir ekmek yiyorlardı. Wolf, diyetisyenlere Rosetoluların tipik yeme alışkanlıklarını analiz ettirdiğinde, kalorilerinin yüzde 41’inin yağdan geldiğini buldu. Burada yaşayanların sporla da araları çok iyi sayılmazdı. Bu durumda “neden”ler arasında beslenme ve egzersiz olamazdı. İkinci olarak genetik üzerinde yoğunlaşıldı. Bunun için de Rosetoluların Amerika’nın farklı bölgelerinde yaşayan akrabaları incelendi ve onların aynı şekilde sağlıklı olmadığı görüldü. Peki şu an yaşanılan bölgenin iklimiyle alakalı bir durum olabilir miydi? Hemen Roseto’ya en yakın iki kasabada araştırma yapıldı ve gelen sonuçlara göre oralarda en fazla ölüm nedeni kalpti. Eldeki tüm “neden”ler bittiğinde Wolf ve Bruhn uzaktan bu insanların yaşamlarını incelemeye koyuldular ve şunu gördüler: Rosetolular üç kuşak bir evde yaşıyorlardı. Büyükanne ve büyükbabalara inanılmaz saygı vardı. Sokaklarda ayak üstü saatlerce sohbet eden, birbirlerinin evlerine sık sık misafirliğe giden, arka bahçelerde bir arada ekmek yapan, kasabadaki nispeten zenginlerin mal varlıklarıyla kibirlenmeyip başkalarına yardımcı olan, birbirlerini seven, sayan bu insanların sağlıklı olmasının tek nedeni aralarındaki bu sıkı sosyal bağ idi. Bu noktada, daha önce yazmış olduğum mavi yaşam bölgesi; Villagrande’yi ve orada yapılan araştırma sonucunu hatırlatmak isterim:
https://elifata.com/2019/10/06/villagrandenin-sirri-%f0%9f%92%af%e2%9d%a4%ef%b8%8f/
Bilim, insanların ne yediklerine, ne kadar egzersiz yaptıklarına ve tıbbi sistem tarafından ne kadar etkili bir şekilde tedavi edildiğine bakarak uzun bir yaşamı açıkladı. Oysa Rosetolular herhangi bir disiplin, felsefe v.s olmadan sadece dünyevi hırslardan uzak bir yaşam sürerek sağlıklarını da düzene sokabiliyorlardı.
Sonra ne mi oldu? Roseto’nun gençleri yavaş yavaş kasabayı terk edip büyük şehirlere okumaya, çalışmaya gittiler. Birçoğu iyi paralar kazanıp o geleneksel yaşamdan uzaklaştılar. Kırmızı çatılı evler, yerini lüks villalara bıraktı.

“Ortak sofra” dağılınca “ortak bağ” da yok oldu. Şimdi artık Rosetolular da başkaları gibi yaşayıp başkaları gibi ölüyorlar.
Sosyal bağlarınızın her daim kuvvetli olması dileklerimle,
Sevgilerle 💜
Kalemine sağlık canim. İnce ince ogreten, tatli tatli tokatlayan yazin bir harika.. “insan insanı büyütür, insan insanı yaşatır ” mis demek ki .. 😉😘💜
BeğenLiked by 1 kişi
Elifcim yazın çocukluğuma götürdü , mutlu bir aile, doğal yaşam , huzur ve barış içinde komşu ve akrabalık ilişkileriyle büyüme şansım oldu yıllar içinde kaybolup gitti en kıymetlilerimiz çocukluğumuz bitti bana kalan teselli bu güzellikleri yaşamış olmam. Kalemin dert görmesin güzel kalbinden öperim.
BeğenLiked by 2 people
kaleminize, yüreğinize sağlık..
olaya bilimsel açıdan bakarsak, sanıyorum temelde yatan neden cortisol (stres hormonu) eksikliği. doğanın 2-3 dakikalık bir süre için tasarladığı bir hormonu (ve mekanizmayı) modern insan yaşamı boyunca kullanıyor. sistem de buna göre tasarlanmış olmadığı için, sonunda iflas ediyor.
BeğenLiked by 2 people
pardon, yanlış yazmışım. eksikliği değil, fazlalığı tabii ki.. 🙂
BeğenLiked by 1 kişi
Sonunda yine beslenme ve spor önemli bir faktör
BeğenLiked by 2 people