“Hiç”, “Yok”tan İyidir (1)

Bu topraklarda yaşamış ve yaşayan insanların en büyük sorunu bana göre “yok”luk. Bizden önceki kuşak, sokaklara taşınmış sağ-sol kavgalarını, darbeleri görmüş, tüp, yağ, şeker gibi temel ihtiyaçların “yok”luğundan dolayı saatlerini kuyruklarda harcamış. Onlardan önceki kuşak Dünya Savaş(lar)ına tanıklık etmiş, ekmeği bile karne ile alacak seviyeye gelmiş. Hal böyle olunca birçok öğreti, alışkanlık, kabul ortaya çıkmış. Mesela bir Türk kadınının, annesinin en sevmediği şeylerden biri: “yemek artığı” yani “yenilenlerin ziyan edilmesi”dir. Kimisi dini motifler kullanarak yarım bırakılan yemekler, tabaklar için: “bitirmezsen kısmetini şeytan yer” derken, kimisi daha görsele hitap edip “yemeğini bitirmezsen nişanlın çirkin olur” der. Bir kısmı “bitirmezsen boyun uzamaz” gibi göz korkutucu bir şey söylerken, bir başkası “yemeğini bitirmezsen arkandan ağlar” diyerek vicdanı hedef alır. Hangi kalıbı kullanırsa kullansın çocuğun beslenmesine dikkat edilme durumu varmış gibi görünüyor olsa da temelde “yokluk” vardır.

Çocukken ben de mi böyleydim bilmiyorum ama çocuklarım olunca anladım ki şimdiki çocuklar “yok”tan anlamıyor. (Bu yokluğu geniş anlamda, yani en temel ihtiyaçtan en lüks ihtiyaca kadar hepsini bir arada düşünüp kullanıyorum) Bunun en önemli nedenlerinden biri seçeneklerin fazla olması. Mesela benim çocukluğumun oyuncakları sınırlıydı, ağlayan bebek ya da Barbie bebek birkaç kişide olurdu. Bizden önceki nesil bez bebeklerle, ondan öncekiler ise daha ilkel oyuncaklarla oynuyordu. Bugünün çocuklarının dönüp yüzüne bile bakmayacağı şeyler. Yani bizim kuşak anne-babasından ağlayan bebek, Barbie bebek istediğinde ailesi alamayacağını söylediği anda o istek orada biterdi. “O olmazsa bari şunu al” deme şansın yoktu, çünkü ikame edilebilecek pek de bir şey yoktu. Yani “hiç”lik hüküm sürerdi. Oysa şimdi sunulan arz, çeşitlilik çok fazla ve birini alamıyorsan diğerini, maddi durumun çok yoksa belki daha kalitesizini almak zorunda kalıyorsun. E bu şekilde büyüyen bir çocuğun “yok”tan anlaması mümkün mü? Bu yüzden çoğu zaman “hiç”i, “hiçliği” daha fazla önemsiyorum.

İbn-i Haldun’un Mukaddime’sinde de geçen çok eski bir hikaye vardır: Zamanın krallarından biri vezirini hapse atar. Doğum esnasında eşini kaybettiği için de henüz kundaktaki oğlunu da yanına almak zorunda kalır. Çocuk hapishanede büyür, dış dünyaya dair bilgisi sadece anlatılanlardan ibarettir. Tabii hapis hayatında yemekler çok da güzel değildir. En mükellef denilebilecek sofra tavuk etinin verildiği zamandır. Baba ne zaman tavuk eti gelse çocuğuna  “Oğlum bakma burada tavuk eti yediğimize, biz aslında çok varlıklıydık ve nerdeyse her öğünde kuzu eti yerdik. Kuzu eti o kadar lezizdir ki …” diyerek kuzu etine övgüler düzer. Bir, iki, üç derken, gene menüde tavuğun olduğu bir gün babası aynı sözleri söyleyince çocuk dayanamaz ve “Ya baba, senin kuzu diye anlattığın herhalde şu farenin biraz büyüğü, nesini beğeniyorsun” der. Çocuğun tek gördüğü hayvan fare olduğu için, kıyası da onun üzerinden yapmıştır. Yani kuzu eti baba için “yok”, çocuk için “hiç” anlamına gelir. Bu durumda hangisi elem vericidir: yokluk mu, hiçlik mi?

Şimdiki çocuklar “yok”tan anlamıyor dedim ama ülkenin gidişatını düşündüğümde mecburen anlamak zorunda kalacaklar. Her geçen gün kötüye giden bir ekonomi var ve kısa zamanda toparlanması da zor görünüyor. “Kobra Etkisi” diye bir şey duydunuz mu? Bilmeyenler için kısaca şöyle açıklayayım: Herhangi bir sorunun üzerine gidilmesiyle o sorunun daha kötü bir hale gelmesi durumu. Bu kavramın ortaya çıkması da şöyle bir hikayeye dayanıyor: Hindistan’ın İngilizlerin kolonisi olduğu dönemlerde bölgede zehirli kobra tehlikesi yaşanmaktadır. İngiliz hükümeti buna çözüm bulmak için her ölü kobra için belli bir miktar para verileciğini duyurur. Hindistanlılar kobra avına çıkmaya başlarlar. Bir süre sonra bu işte fırsat olduğunu gören yöre ahalisi “bu işte çok para var” diyerek kobra yetiştirmeye hatta üretmeye başlarlar ve ürettikleri kobraların ölüsünü götürüp para alırlar. İngilizler bakar ki bu ödemeler çok fazla olmaya başlar ve maddi olarak sıkıntı yaşanır, artık ödeme yapılmayacağını söylerler. Tabii Hindistanlılar durur mu, bu karar karşısında ellerindeki kobraları sokaklara bırakırlar ve eskisinden çok daha fazla sayıda zehirli kobra ortalıkta dolaşıp insan için tehdit unsuru olur. Kobra etkisinin aynısını biz de hükümetin ekonomi politikalarında görüyoruz. Ne zaman Merkez Bankası Başkanı, yardımcısı veya üst düzey görevlisi gece yarısı bir kararla görevden alınsa Türk lirası diğer paralar karşısında değer kaybediyor. Yani hiçbir önlem, karar, görevden alma gibi aksiyon yapılmamış olsa eminim dolar 9’u geçip 10’a dayanmazdı.

Dolar’ın artışı sonrası Goldman Sachs’ın ekonomisti Erik Meyersson şöyle bir yorum yaptı : “Türk lirası bugün dünden daha zayıf olabilir ama yarından daha güçlü”. Tabii milliyetçi duygularımız devreye girdi ve adama “niye dalga geçiyorsun” diye hakaretler, küfürler yağdırıldı. O da çoğuna karşılık verdi. Dalga mı geçmiştir, tespitte mi bulunmuştur bilemem ama adam hayatı boyunca bu tarz döviz dalgalanmalarına kendi ülkesinde şahit olmamış ki. Bilgisi sadece teoriden ibaret. Yani onun için kendi ülke parasının değer kaybetmesi “hiç” manasında. Biz ise “yok”luğu yaşıyoruz. Tıpkı doğma büyüme Almanya, Fransa gibi Avrupa ülkelerinde yaşayıp da “ülkenizin ve başkanınızın kıymetini bilin” diyenler gibi. “E madem öyle gel beraber yokluğu yaşayalım” dediğinde, “şimdi burada kurulu düzenimizi bozmayalım” kaypaklığını gösteriyorlar tabii.

Öğretilerimizi tekrar gözden geçirmek zorundayız. Gelecek nesile “yok”luğun değil de önce “hiç”liğin kıymetini anlatmak lazım sanırım.

Keyifli bir Pazar günü dileğiyle

Sevgilerle💖

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s