BEN BİLMEM “BEYİN” BİLİR

Ataerkil sistemin kölesi olmuş kimi hemcinslerimin “ben bilmem beyim bilir” sözünün üzerinde oynayıp böyle bir başlık attım sanılmasın, çünkü gerçekten beynimizde kodlanmış veriler bulunuyor. Nasıl mı?

İnsan beyni esasında üç farklı beyinden oluşuyor. Batılı kaynaklarda old brain, mid brain ve new brain şeklinde olup bizde henüz tam da türkçeleşmemiş (eski beyin, orta beyin, yeni beyin şeklinde kullanımları herhangi bir kaynakta göremedim) olan bu ayrıma göre:

New Brain (Yeni Beyin): Beynin düşünen kısmıdır

Mid Brain (Orta Beyin): Duyguların işlendiği kısım

Old Brain (İlkel -Eski Beyin): New brain ve mid brainden gelen uyarıları işleyip karar veren kısım.

Vücudun patronu “beyin” diyoruz ama tanımlamadan da anlaşılacağı üzere beynin içinde de ayrı bir patron var, esas patron: “ilkel beyin”. Nedir bu eski beyni bu kadar önemli kılan şey? İlkel beyin denilen olgu, ilk insandan beri var olan en ilkel ve en temel dürtülerin merkezi. İnsanlık henüz duygularını ne yazılı ne de sözlü ifade edebilirken eski beyin, hayatta kalma güdüsüyle insanı harekete geçiriyordu. Bugün bizlerin de çoğu eylemleri işte o ilkel insanlardan miras kalan eski beynin talimatlarıyla ortaya çıkıyor. İnsan canlı ya da cansız bir varlık gördüğünde temel olarak üç soruyu sorar:

– Bunu yiyebilir miyim?

– Bununla cinsel birliktelik yaşayabilir miyim?

– Bu beni öldürür mü?

Yani beslenme, üreme ve hayatta kalma güdüleri. İşte “eski beyin”in hareket alanı da tamamen bu üç sebebe dayanıyor. Basitçe örneklemeye çalışayım:

İnsan neden kendini gıdıklayamaz? Tam olarak emin değilim ama şizofren tanılarında da başvurulan yöntemlerden birinin insanın kendisini gıdıklayıp gıdıklamaması olduğunu duymuştum. Şizofrenlerin kendilerini gıdıklayabildiği söyleniyordu. Bildiğim bir konu değil, şehir efsanesi de olabilir elbette. Ama başkası tarafından gıdıklanıp kendi kendini gıdıklayamamak tuhaf değil mi? Bilim insanları gıdıklanmanın nedeninin insan vücudunun dış uyarıcılara karşı geliştirdiği savunma refleksi olduğunu söylüyor. Benzer şekilde bir film izlerken, uyurken, kitap okurken, işe dalmışken en yakınınızın dahi gelip omzunuza dokunduğunda bir anda irkilmenizin, sıçramanızın nedeni sizin korkak olmanız değil, tamamen “eski beyin”in sensörlerinin harekete geçmesidir.

Yaşadığımız dönemin en önemli alanlarından biri reklamcılık. Bir ürünü tüketiciye sunmak, benimsetmek, pazarlamak çoğu zaman üretimden daha kıymetli oluyor. Televizyondaki reklamlara bakıyoruz, mesela bir yiyecek ürünü, dondurma, çikolata v.s gibi, ya çok yakışıklı bir erkek ya da son derece şuh bir kadın eşliğinde bu ürünler pazarlanıyor. Bunun alt metninde “yemek” var ama bir taraftan da “eski beyin” hedef alınarak üremeye, cinselliğe çağrışım yaptırılıyor. Sigorta şirketlerinin reklamlarında hep en feci durumlar örnek gösterilerek gene eski beyin’in hayatta kalma güdüsünün açığa çıkmasını isteyip yönlendirme yapılıyor. Yani sıradan bile diyebileceğimiz bir reklamın ardında eski beyni manipüle edecek pek çok simge bulunuyor.

Sonuç olarak hepimiz “yeniliklere ayak uyduramayan, hep mazide yaşayan insanlar”a kimi zaman kızarak, kimi zaman dalga geçerek, küçümseyerek söylediğimiz gibi “eski kafa”lıyız. Eski beynin esiri olmuş, o ne derse biat eder hale gelmişiz. O yüzden hiç çekinmeden “ben bilmem beyin bilir” diyebiliriz 🙂

İyi Pazarlar..

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s