Algılarımda mı bir problem var yoksa doğal bir durum mu bilmiyorum ama özellikle bu sene nerdeyse herkesin üzerinde şişme mont varmış gibime geliyor. Kalın dilim, ince dilim hatta tüm vücudu saran montlarla renk cümbüşü halinde pofuduk pofuduk gezen insanlar.


Hayır, hiçbir eleştirim yok elbette ama zaten birkaç yıldır pandeminin yarattığı huzursuzluğa savaş ve fahiş zamların eklenmesiyle oluşan yüksek derecede gerginliği biraz olsun atmak adına kum torbası misali insanın gördüğü bir pofudukluyu yumruklayası geliyor 🙂 Tam olarak şöyle:
Şaka bir tarafa gerçekten belediye başkanı olsam kamusal alanlara bu tarz maket figürler, kum torbaları v.s şeyler koyardım. Hepimiz çok sinirliyiz, stresliyiz. Herhangi bir canlıya zarar vermeyerek içimizdeki şiddeti, öfkeyi dışarı çıkartmamız gerektiğine inanıyorum.
Montları, kabanları, gocukları, paltoları ana görevi olan bünyeyi ısıtmaktan başka hayatın içindeki bazı davranışlara, duygulara anlam katmak için kullandığımız çok olmuştur. Yani sıradan bir kıyafet değildir bunlar. Mesela çocukluk dönemlerinizi hatırlayın, hani sınıfta beğendiğiniz, hoşlandığınız karşı cinsin, sınıfın askılığındaki montunun üzerine mont koyma ritüelini 🙂 “Kız isteme” esnasında müstakbel damadın kahvesine tuz konmasının aslında bir sebebi varmış: eğer kızın gönlü başkasındaysa tuzlu kahve yaparmış. Kahvesinden bir yudum alan erkek de daha kız istenmeden ailesine “hadi kalkalım” deyip giderlermiş. Tabii sonradan bu tuzlu kahve hadisesi hiçbir anlam ihtiva etmeden gelenek olarak kalmış. Bizim çocukluğumuzda da montumuzun üzerine mont koyan birinden hoşlanmamışsak montumuzu askıya asmak yerine bir süre sıramızın alt kısmına koyardık:). Söze gerek kalmayan incelikleri seviyorum. Yalnız ne pis çocuklarmışız. Okula mı gidiyoruz, evlendirme programına mı belli değilmiş 🙂

Özellikle erkek çocuklar arasında askıdaki montların yere düşmesi ile alakalı son derece trajik ama bir o kadar da gerçekçi bir anekdot vardı: eğer sınıfta görece heybetli, varlıklı ya da öğrenci tabiriyle “belalı” yani çekinilen, arka sıra müdavimi birinin montunu yere düşüren bir erkek çocuk, sanki kutsal kabul edilen ekmeği yere düşürmüş gibi bir hışımla yerdeki montu alır geri asardı. Ama yere düşen mont sıradan bir öğrencinin hatta biraz sinik, fakir birininse umursanmaz, belki üzerine bile basılırdı. Çocuklar masum görünse de maalesef bazen son derece acımasız olabiliyorlar.
Kış bitince gardıroba ya da kışlıkların yanına kaldırılan montların, paltoların benim için en işlevsel ve güzel tarafı, ertesi kış ayında giydiğimde içinde mutlaka unutmuş olduğum para ya da başka bir şeyle karşılaşıyor olmamdır. Bence insan bile-isteye unutup kendisini bir sene sonra mutlu etmek adına kışlıkların yanına kaldırmadan önce montunun cebine bir şeyler koymalı 🙂

Rus Edebiyatına, dolayısıyla Dünya Edebiyatına yön veren isimlerden Nikolay Gogol Ukrayna asıllı bir Rus. Şu anki savaştan çok daha önce Ukraynalılar ve Ruslar arasında “Gogol bizimdir” diye psikolojik bir kültür savaşı vardı. Yazdıkları o kadar değerli ki, onların yanında Gogol’un nereli olduğunun nazarımda hiçbir değeri yok. Gogol’un “Palto” isminde çok meşhur bir öyküsü var. Dönemin Çarlık Rusyasına dair gözlemlerin yer aldığı hikayede, sistem ve çevresi tarafından hor görülen, dalga geçilen Akaki Akakiyeviç isminde şerefli bir memurun zor yaşantısı yani trajedisi anlatılır. Maddi durumu yetersiz olduğu için yıllarca giydiği son derece eski bir paltonun yerine yenisini alma girişimi, bir gece vakti serserilerin döverek üzerindeki paltoyu gasp etmesi, derdini anlatmak için karakola gitmesi, polislerin ilgilenmemesi, olaydan iki gün sonra vefatı son derece çarpıcı cümlelerle anlatılır. Öyle ki Dostoyevski bu öyküden sonra: “Hepimiz Gogol’un paltosundan çıktık” diyecektir. Oradaki “hepimiz” kimlerden oluşuyordu? Tolstoy, Çehov, Turgenyev, Gorki ve daha niceleri. Mesela Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna’sındaki Raif Efendi ile Akaki Akakiyeviç müthiş benzerlikler gösterir. Belli ki Sabahattin Ali de o paltodan çıkmıştı. Yani o “palto” sadece Rus Edebiyatını değil, tüm dünyayı etkilemişti.
Şu son bir hafta daha iyi anladım ki dünyada büyük bir ‘şişme zihin’ kitle var ve bu güruhun dili, dini, ırkı fark etmiyor, ortak noktaları ahmaklıkları. Nasıl ki dış politikada bir ülke ile sorun yaşadığımızda, diyelim Hollanda ile, bir grup toplanıp portakalları sıkıp yere atıyor; Amerika ile sorun yaşayınca doları yakıyor, iphone kırıyor; Çinlilere kızıp gördüğü herhangi bir çekik gözlüye şiddet uyguluyor, aynı saçmalıkları şu an Batılı ülkelerde görüyoruz. Almanya’da Ruslar restaurantlardan atılıyor, Rus orkestra şefinin işine son veriliyor, Çaykovski eserleri engelleniyor, Netflix, Tolstoy’un Anna Karenina uyarlamasının çekimlerini durduruyor, Milano-Bicocca Üniversitesi Dostoyevski dersini programdan kaldırıyor. Hani “suçun şahsiliği” ilkesi vardı? Tamam, Rus halkı Putin’e yüksek oranda destek vermiş ve onları da cezalandırmak istiyorsunuz, hep birlikte cadı avına çıktınız da bu “kültür despotizmi” nedir Allah aşkına? Bu mudur “yaptırım”? Edebiyat’tan Rus menşeli bu büyük yazarları çıkarırsanız geriye ne kalır? Biz ya da genellemeyip kendi adıma konuşayım, okumayı öğrendikten sonra düşünmeyi, anlamayı, farkında olmayı, bir şeylerden rahatsızlık duymayı o paltodan çıkan insanların kitaplarını okuyarak öğrendim. Yani Batı şimdi bana diyor ki kendini inkar et!
Yeryüzündeki bu saçmalıklardan, ahmaklardan artık çok korkuyorum çünkü sınırları yok. Ve ben ne zaman korksam ruhum ve beynim üşüyor. Isınmak için Gogol’un paltosu ve o paltonun içinden çıkanlar kafi, başka ihsan istemez..
İyi Pazarlar..
Çok haklısın. Batı bir kez daha ikiyüzlü yanını Ukrayna ve Rusya’yı birbirine düşürerek gösterdi. Ukrayna yeni Afganistan veya yeni Suriye oldu. Bu savaş çıkmadan önce, Ukrayna’yi NATO üyesi olmaktan vazgeçtik deyip bu işi tatlıya bağlayarak bitirebilirdi ama yapmadılar. Neden?
BeğenLiked by 1 kişi