ARİFE ÇİÇEĞİ

Geçenlerde çok değer verdiğim bir yakınım, tarihi bir anekdot gönderdi. Lale Devri’nin bitmesine sebep olan Patrona Halil İsyanı’nı çıkartan Halil’in cebine bir arkadaşı “saraya sakın gitme, sana pusu kurdular ve öldürecekler” yazan bir kağıt parçası koymuş. Halil, o gece davet edildiği saraya gitmiş ve orada gerçekten de kurulan tuzak sonrası hayatını kaybetmiş. Çünkü Halil’in okuma-yazması yokmuş ve haliyle cebindeki notu okumamış, okusa da anlamamış. Bu tarz hikayelere hep şüpheci yaklaşıyorum. Öncelikle cebinde gerçekten böyle bir yazı bulunup bulunmadığını bilmiyoruz. Belki böyle bir yazı hiç var olmadı. Belki okudu, itibar etmedi. Yani olaya tanıklık eden hiçbir kimse yok. Ama biraz araştırınca Halil’in bir yeniçeri olduğu bilgisine ulaşıyoruz. Yeniçerilerin de okuma-yazma eğitimi aldığını bildiğimize göre anlatılan hikaye çok da tutarlı görünmüyor. Ayrıca tarih derslerinde Patrona Halil hep kötücül odakmış gibi anlatılır ama ben bu düşünceye de katılmıyorum. Devletin ileri gelenleri kendilerini Saray’a kapatmış, zevk-ü sefa içinde hayat yaşarken, halkın nasıl bir hayat sürdüğüne dair hiçbir fikirleri yokken elbette birileri de çıkıp bu duruma isyan edecektir. Mesela geçtiğimiz hafta Gezi Parkı davası sonucunda onlarca kişiye hapis cezası verildi. Verilen kararlara dair yorum yapmak istemiyorum ama şunu biliyorum ki belki birkaç provakatör ya da fırsattan yararlanmak isteyen illegal oluşumlar Gezi’ye destek vermiş olabilir. Ama hiçbir örgüte, partiye, STK’ya bağlı olmayan büyük bir çoğunluk “ben yaptım oldu”culuğa artık isyan ettiği için o günlerde sokaklardaydı ya da evlerinin pencerelerinden tava-tencere ile eyleme destek veriyordu. Tarih kitapları nasıl Patrona Halil’i “eli kanlı ihtilalci” olarak anıyorsa, bir takım tarih yazıcıları da Gezi’dekilere de “çapulcu” deyip geçecek. Hatırlayın o günlerde dolar 1.82’den 1.9’a çıktığı için Gezi’ye katılanlara “vatan haini” diyenler, bir günde doların 2-3 lira artmasına hiçbir ses çıkarmayacaklardı. “Tarih”in en sevmediğim tarafı, ne zaman bir okuma yapsam yaşadığım, tanık olduğum herhangi bir olayın mutlaka geçmişte de bir yerlerde yaşanmış olduğunu görmek.

Lale Devri’ni ve Patrona Halil İsyanı’nı araştırırken ilginç bir olayla karşılaştım. Osmanlı’da Ramazan ayının başlangıcını ve bitişini belirleyen, bunun için ay’ın hareketlerini gözlemleyen görevliler varmış. Dönemin padişahı 3. Ahmet, daha Ramazan’ın bitişine iki gün var diyerek, vezir-i azamı Damat İbrahim Paşa’nın konağına gidip o günler için klasikleşmiş eğlencelere iştirak etmiş. Bu esnada Ayasofya Camisi’nin minaresinde kandiller yanmaya başlamış. Bunun anlamı, ertesi gün bayram demek. Halk teravih namazı kılmak için hazırlanırken yatsı namazını kılıp evlerine giderek bayram hazırlıklarına başlamış. Padişah sarayına dönüp olaylar hakkında bilgi isteyince Ayasofya’daki görevlinin hata yaptığı, bayrama bir gün daha olduğu anlaşılmış. O kısa zamanda etrafa yarının bayram olmadığı, Ramazan’ın bitmesine bir gün daha kaldığı duyurusu yapılmış. Tabii ahalinin bir kısmı bundan haberdar olmuş, bir kısmı olmamış. Sabah olduğunda kimisi sahurunu yapıp orucuna niyet ederken kimisi de Bayram Namazı için camilere gitmiş. Haliyle ortalık karışmış ve devletin artık Allah’ın dinini unuttuğu, insanları oruçsuz bıraktığı söylentileri her yerde yayılmış. Sorumlular ceza almış ama padişah ve yanındaki devlet erkanı ihtişamlı yaşamdan, israftan vazgeçmeyince Patrona Halil isyanı başlamış. Yani fitili ateşleyen Ramazan Bayramı olmuş.

Gene geçen hafta devlet tarafından alınan bir kararla maske zorunluluğu kaldırıldı. Herkes bu haberi bekliyormuş sanki! Mezuniyet sonrası kep atma töreni gibi maskeler havalara atıldı, sokaklarda maskeli birini görmek zorlaştı. Evet hepimiz sıkıldık pandeminin yaşattıklarından ama tehlike tamamen ortadan kalkmış da değil ki. Osmanlı’da 1812 yılında başlayıp 1819 yılında biten ve toplamda 300 bin kişinin vefat ettiği söylenilen büyük bir veba salgını yaşanmış. Her gün yüzlerce insan ölüyor… Dönemin padişahı 2. Mahmut çareler arıyor. Ulemadan bir kısım demiş ki: “Hünkarım, hastalıktan kurtulmak için camilerde Ahkaf Suresi okunsun”. Bu olay Ramazan ayında gerçekleştiği için Padişah ferman çıkarmış: “Teravih namazlarından sonra tüm camilerin minarelerinden Ahkaf Suresi okunacak!”. Yalnız bu karar alındıktan kısa bir süre sonra Ramazan bitmiş, bayramda da salgın yokmuş gibi herkes birbirini öpüp bayramlaşınca günlük ölüm sayılarında müthiş bir artış olmuş. Padişah “ne oluyor” demeye kalmadan, bu defa başka bir ulema grubu “Hünkarım, size yanlış anlatmışlar, Ahkaf suresi esasında Ad Kavmi’nin helakını anlatıyordu” demiş. Padişah bir ferman daha çıkartıp Ahkaf Suresi’nin okunmasından vazgeçmiş hatta halka açık alanlarda okunmasını da yasaklamış. Yani maske zorunluluğu kalktı diye salgının ortadan kalktığını düşünmemek gerekiyor. Sonrasında çaresizlikten Kur’an-ı Kerim ayetleri bile yasaklanabiliyor 🙂

Çocukken sıklıkla yaptığım ama bu eylemin bir isminin olduğunu yeni öğrendiğim bir durumu da paylaşmazsam olmaz. Bayram için alınan kıyafeti, ayakkabıyı arife günü giyip ortalıklarda dolaşan çocuklara Osmanlı’da “arife çiçeği” deniyormuş. Ne güzel bir tanımmış.

Çiçeklerimizin yüzlerinde yeşeren sahici mutluluğa ortak olduğumuz günleri yaşamak dileğiyle.

Bu vesile ile, 1 Mayıs Emek ve Dayanışma günü ve Ramazan Bayramınızı kutlar, iyi bayramlar dilerim…

2 Comments

  1. Tarih gerçekten insanların inadına bazı şeyleri gözümüze sokarcasina tekrar ediyor. Kimileri Lale Devrini kıskandıracak şekilde oy için iftar yemekleri veriyor, ama çoğunluk imrenerek bakıyor. Patrona Halil nerede?

    Liked by 1 kişi

Yorum bırakın