Her yaşımda farklı duygulara büründüğüm, yeni anlamlar yüklediğim bir 10 Kasım daha geride kaldı. Mesela bu yaşıma kadar Atatürk denilince zihnimde beliren ilk kelime “özlem”di. İnsanın cismen görmediği birini özlemesi sağlıklı bir durum muydu? Aileden, çevreden, okuldan, derslerden, kitaplardan etkilendiğim için mi bu sözcüğü kullanıyordum? Meğer “özlemek” kelimesinin asıl hali “öğsemek”miş. “ög” de “akıl” manasına geliyormuş. “Türk öğün, çalış güven”deki gibi. Yani “özlemek”: birini, bir şeyi, bir yeri “aklına getirmek” anlamı taşıyormuş. İnsanlık için küçük, benim için çok büyük bu bilgiyi bu yaşta öğrenince aslında taşlar yerine oturdu. Çünkü ben Atatürk’ü kalbimden öte, beynimle seviyorum. Bu yüzden Atatürk’ün adının geçtiği hemen her konuyu çoğunlukla duygularımla değil, aklımla değerlendirmeye çabalıyorum. Bunun tek istisnası, 10 Kasım. Gene de aşağıda paylaşacaklarımı kalbimden değil de aklımdan geçtiği şekilde yazmaya gayret edeceğim.
Bu 10 kasım’da iki video sosyal medyada bayağı ilgi gördü. İlki Cumhurbaşkanı’nın Anıtkabir’i ziyareti esnasında yükselen “Her yer Tayyip her yer Erdoğan” tezahüratları.
Öncelikle Anıtkabir bir taş yığını değil, mezarlıktır. Herhangi bir mezarlıkta inançlardan bağımsız nasıl hareket edilmesi gerekiyorsa ve bu tutum artık evrensel bir hal almışsa, orada da aynı tavır gösterilmek zorundadır. Çünkü “ölüm” herkesi eşit kılar. Irka, dine, millete, cinsiyete, oy verdiği partiye, tuttuğu takıma v.s bakmaz. Herkesin eşit olduğu yerde de hakim duygu “saygı”dır. Mezarda yatanı sevmiyorsan bile saygı duymayı şiar edineceksin. Sevgin de saygın da yoksa en basit olan eylemi gerçekleştirip çeneni açmayacaksın. Ama bu insanımsılara “kabir adabı” değil de “kabir azabı” anlatıldığı için (onun da nasıl anlatıldığı ve anlaşıldığı meçhul) edepsizlik yapmakta herhangi bir beis görmüyorlar. Hayır orada o saatte işiniz ne? Cumhurbaşkanını görecek, lehine tezahürat yapacak başka yer mi bulamadınız? Belli ki amacınız akıl sahibi birçok insanın damarına basmak, irinli fikirlerinizi ortalığa saçmak. Hoş, bir fikriniz de yok; birileri sizi alıp getirmiş, komut vermiş siz de ruhunuzu sattığınız için uygulamaya geçmişsiniz, yazık…
Bir diğer video, Atatürk’ü anma gecesinde Ekrem İmamoğlu’nun eşiyle dans etmesi ve oradakilerin alkışı.
İlkokuldan itibaren her 10 Kasım Atatürk’ü Anma Törenlerinde bize okullarda öğretilen şu oldu: “Bugün yapılan konuşmalardan, okunan şiirlerden sonra asla alkışlamayacaksınız”. Gelenek, toplum kanunu, kabulü ya da adına ne denilirse denilsin bu artık Türk toplumunun ortak tavrıdır. Doğum günü olanlar bile 10 Kasım’da kutlamamayı tercih ederken videodaki tutumu sindirmek kolay değil. Tek başına kaldığında ya da eşinle, sevdiğinle, ailenle istediğin gibi yad et, kim karışır? İstersen Atatürk’ün sevdiği şarkılar eşliğinde “Atam’ın şerefine” diye bir duble rakı iç, istersen otur Nutuk’tan rastgele bir yer açıp oku, istersen iki rekat namaz kılıp Atatürk’ün ruhuna dua et, istersen kalk zeybek oyna, kime ne! “Ortak değerler/tavırlar” konusunda çizginin dışına çıkarsan o toplumun ayakta kalmasını bekleyemezsin. Yasaklardan, “şöyle yapma, böyle davran” tutuculuğundan, “elalem ne der” baskısından ve türevlerinden nefret eden biri olarak söylüyorum bunları. “Kime ne zararı var dansın” diye düşünülebilir elbette. Kendi adıma burada kar-zarar hesabı gözetmiyorum. Bir çiğlik, olmamışlık var. Nüanslar değerlidir. Bunları normalize edersek biri de çıkar “Andımız”, “kurumlardaki TC ibarelerinin kaldırılması”nın ne zararı var? Saat 9:05’de siren çalmasının, saygı duruşunda bulunmanın ne faydası var? gibi sorular sorarak meşruiyet kazanır. 19 Mayıs, 29 Ekim, 23 Nisan ya da başka bir günde bu videoyu görsem çok hoşuma gider, tebessüm ederim. Aslında danstan çok arkada alkış tutan güruha sinir oldum. İlk videodaki saçma tutum ile bu videodaki alkış saçmalığı arasında (“neden”den bağımsız) zerre fark göremiyorum.
Kabir adabı demişken “başınız sağ olsun” ifadesi üzerine de birkaç söz etmek istedim. Bu kullanım hakkında yaptığım araştırmalarda söylenilen hiçbir anlam beni ikna etmedi. Bazıları bu ifadenin doğrusunun “başı sağalsın” demek olduğunu, buradaki “baş”ın “yara”, “sağalma”nın da “iyileşmek” anlamına geldiğini yani “yaran iyileşsin” gibi bir anlama karşılık geldiğini söylüyor. Sözcük manaları bu olabilir ama “başınız sağolsun” tek başına kullanılan bir ifade değil. Ona cevaben “dostlar sağ olsun” dendiğine göre “dostun yarasının iyileşmesi” anlamı çok mantıklı değil. Bazısı kabile hayatına atıf yapmış: “ölen öldü, başınız/lideriniz/birliğiniz sağ olsun” diye yorumlamış. Bu da “dostlar sağ olsun”u karşılamıyor. Bir doçentin çıkarımı ise şöyle: bu ifade küçükbaş ya da büyükbaş hayvanını kaybeden kişilere söylenirmiş. “Mal, canın yongasıdır” düsturu ile yaşayanlara “giden gitti, senin başın sağ olsun” demek isteniyor. “Dostlar sağ olsun” tam da böylesi bir durumun karşılığı ama destekleyici kaynak bulamadım. Mesela eski zamanlarda “toprağı bol olsun” sadece gayrimüslimler için kullanılıyormuş. Tabii o dönemlerde özellikle İstanbul’da kozmopolit bir yapı var. En az Müslüman sayısı kadar gayrimüslim yaşıyor. Haliyle ölen kişinin inancına göre kullanımlar ortaya çıkıyor. Bir düşünceye göre de Şamanizmde insanlar ölünce değerli eşyaları ile gömülürmüş. Akrabaları, değerli eşyaların çalınmaması için mezarı bol toprak ile kapatırlarmış. Mezar ziyareti yaptıklarında da bizim çiçek götürmemiz gibi onlar da ellerinde kovalarla toprak getirip mezarın üstüne atarlarmış. Toprağı bol olsun da ziyaretçisi çok olsun manasına geliyormuş. Mantıklı mı? Evet. Doğru mu? Bilmiyorum. Bunlarla beraber bir zamanlar benim de kullandığım “ışıklar içinde uyusun” var. Neden bunu kullanmışım acaba, kendime soruyorum, hiçbir cevap yok. “Nur içinde yatsın”ın Türkçeleşmiş versiyonu ama nur ile ışık aynı değil ki. Güneşe, aya, yıldıza v.s tapanlar için hoş bir temenni olabilir. Onun dışında düşününce gerçekten hiçbir anlama gelmiyor.
Baş da sağ olsa, toprağı da bol olsa, ışıklar ya da nurlar içinde de uyunsa “ölüm” fikri ürkütücü ve çok soğuk…
Yazıyı Nazım Hikmet’in Yaşamaya Dair şiirinin bir bölümü ile bitireyim:
…………
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
Yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
Hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
Ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
Yaşamak yanı ağır bastığından….
İyi Pazarlar..
1 Comment