YILANLI SÜTUN

Sokrates ölüm cezasına çarptırılıp zindanda tutulduğunda yakın dostu Kriton onu kaçırmak için yanına gelir ama Sokrates kaçmak istemez. Sokrates’in Kriton’a son sözleri şöyledir: “Asklepios’a bir horoz borcumuz var, ödemeyi ihmal etme.” Asklepios, bizdeki adı ile “Eskülap” Yunan mitolojisinde sağlık tanrısıdır ve Antik Yunan’da herhangi br hastalıktan kurtulan kişi Asklepios’a kurban keserdi. Bu durumda acaba Sokrates’in gerçekten böyle bir borcu vardı da onu mu söyledi, yoksa mecazi bir yaklaşımla “ölüm”ü şifa bulmak olarak düşündüğü için mi bu şekilde konuştu? Neyse biz Asklepios’a dönelim ama önce bir tuhaflığı belirtmek istiyorum. Tıbbın simgesi olan bir asaya sarılmış yılan figürü aslında Askleipos’un asası olması gerekir.

Birçok ülkede acil sağlık hizmetlerini temsil eden “hayat yıldızı” sembolündeki kulllanılan figür doğru olandır.

Ama mesela Sağlık Bakanlığı, Türk Tabipler Birliği gibi kurumlar Askleipos’un değil de Hermes’in asasını kullanıyor.

Kitabımın adını Hermes koyunca Hermes’e dair ne varsa öğrenmek istemiştim. O dönem bu figür kullanımı farklılığı da gözüme çarpmıştı, araştırmaya koyuldum. Türkçe kaynaklarda pek bulamadım ama yabancı kaynaklarda şu tarz bilgiler yer alıyordu: Hermes’in en önemli özelliklerinden birisi tanrıların mesajını taşımaktı. Geçmiş dönemde yayınevleri de kendilerini mesaj dağıtıcısı olarak niteledikleri için Hermes’in asasını figür olarak kullanmışlar. İngiltere’de özellikle tıp alanında kitaplar yayınlayan bir yayınevi de bu figürü kullanınca asalar karışmış ve artık Hermes’in asası kullanılmaya başlanmış. Hermes tüccarların da tanrısı olarak kabul edilir. Yani ticaret, bilimi yenmiş 🙂

Biz Askleipos’a geri dönelim. Askleipos, Apollon’un oğludur ve aslında tıbbı da babasından öğrenir. Apollon Anadolu menşeli bir tanrıdır. Felsefi anlamda çok eskiden beri baba tarafından kardeş olan Apollon ve Dionysos üzerinden analizler yapılır. Apollon bilimin tanrısı iken şarap tanrısı olarak bilinen Dionysos zevkin, insanın içindeki coşkun duyguların sembolüdür. Mesela tiyatro ilk defa Dionysos’un adına düzenlenen şenliklerde ortaya çıkmıştır. Yani Apollon “akıl”a, Dionysos ise “duygu”ya hitap eder. Apollon aynı zamanda kehanetlerin tanrısı olarak bilinir. Şurada da biraz bahsetmiştim:

https://elifata.com/2020/10/18/cassandra-kompleksi/

Antik Yunan’da en önemli inanç merkezi, girişinde “kendini bil” yazan Delfi (delphi) Tapınağı’dır. Burası Apollon’a adanmıştır. Tapınakta, Apollon’un oklarıyla vurduğu “pyhton” (piton yılanı da bu hikayeden esinlenerek ortaya çıkmıştır) ismindeki canavar yılandan hareketle “pythia” ismi verilen kadın kahin üç ayaklı taburesine oturur, Apollon’un ağacı olarak bilinen Daphne(Defne) ağacından aldığı bir yaprağı çiğner, üzerine kutsal olarak kabul edilen sudan bir yudum alır ve sonra da konuşmaya başlayarak kehanette bulunurdu.

Milattan Önce 479 yılında 31 Yunan şehrinin birleştiği ordu ile Persler arasında gerçekleşen Plataea Savaşı’nda galip gelen Yunan tarafı, elde ettikleri bronz ganimetleri eriterek üç başlı yılanın bulunduğu bir sütun yaptılar. Sütunun üzerine 31 Yunan şehrinin ismini yazarak zaferlerini Apollon’a adadılar ve Delfi Tapınağı’na koydular. Antik Yunan devri yerini Roma’ya bırakınca Doğu Roma olarak bilinen Bizans, merkez olarak İstanbul’u seçti ve devletin gücünü göstermek adına dönemin en değerli simgesi olarak kabul edilen tripodu türlü uğraşlarla alıp İstanbul’a getirdi ve şehrin ortasına yerleştirdi. Binlerce sene Bizans’ın Hipodrom, Osmanlının At Meydanı dediği yerde tüm görkemiyle duran sütunun baş kısmındaki üç yılan figürü ne olduysa bir gecede kafaları kopmuş şekilde bulundu. Evliya Çelebi, İstanbul’un tılsımlı yerlerinden biri olarak gördüğü ve şehri yılandan, haşerelerden koruduğunu söylediği bu sütunun baş kısmındaki yılanları bir yeniçerinin kırdığını yazmış ve bu eylemden sonra şehri haşerelerin istila ettiğini eklemiştir. Evliya Çelebi’nin söylediği ne kadar doğrudur bilinmez ama gerçek olan bir durum varsa her ne sebeple olursa olsun Osmanlıda biri ya da birileri sütunun başındaki yılanları kırmış. İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde yılanlardan bir tanesine dair kalıntılar sergileniyor. Eski minyatürlerde falan da sütunun nasıl göründüğüne dair çizimler bulunmakta.

İçinde İstanbul’un geçeceği bir masal projesine dahil olduğumda tarihi yerleri bir de masalsı gözle izlemek için birkaç ziyarette bulunmuştum. Yılanlı Sütun’un şu fotoğrafını da o zaman çekmiştim, zihnime daha iyi kazımak için.

Ülkenin dört bir yanından tarih fışkırıyor. Antik Yunan, Hitit, Lidya, İon, Selçuklu, Osmanlı v.s Çok zengin bir mirasın üzerinde oturuyoruz ama ne yazık ki mirasyedilikten başka bir iş yapmıyoruz. Korkarım yakında yenecek bir miras da kalmayacak. Hayır, felaket tellallığı yapıyor değilim ama sütunu ziyaret etmiş olanlar görmüşlerdir ki her tarafında delikler, çatlaklar var. Normal, çünkü 2500 yıllık madenden yapılmış bir eser, korozyondan, içine giren suyun genleşmesinden etkilenmemiş olması mümkün değil. Birçok sanat tarihçisi de dünyanın farklı yerlerindeki benzer yapıların yok olduğunu, bu yüzden de kapalı bir alanda sergilenip yerine replikasının konulmasını tavsiye ediyor ama şimdilik bir gelişme yok. Umarım bir an önce bu konuda yetkin kişilerin sözlerine kulak verilir.

İyi Pazarlar…

1 Comment

  1. Istanbulu ilk ziyaretimde bu sutunu gordugumde merak etmistim bunun butunu nasil olabilirdi diye. Her zaman oldugu gibi dopdolu bir yazi. Emegine saglik Elif. Iyi haftalar.

    Liked by 1 kişi

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s