KÜLTÜR KATLİAMI

İkinci Dünya Savaşı başlamış, Nazi ordusu Türk-Bulgar sınırına yaklaşmış. Doğuda Sovyetler, batıda Naziler… Türkiye olası bir saldırıyla karşı karşıya. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Ankara’nın daha ilerisinin bombalanmayacağını, kutsal mekanlara ise herhangi bir zarar verilmeyeceğini düşünerek İstanbul’daki içlerinde Peygamber sancağı, Halife Osman’ın suikaste uğradığı esnada okuduğu Kur’an-ı Kerim v.s gibi değerli kabul edilen “kutsal emanetler”in Niğde’ye gönderilmesi emrini veriyor. Yaklaşık 40-50 vagona konulan eserler Niğde’deki üç camide muhafaza ediliyor. Her bir caminin önünde askerler nöbet bekliyor. İçerde ne olduğu söylenmeyecek ve içeriye herhangi bir kişi giremeyecek. Sadece bu kadar da değil; bu iş için İstanbul’da görev yapan bazı müze çalışanlarının mesela müzenin ikinci müdürün de tayini Niğde’ye çıkarılıp bu eserlerin korunması sağlanıyor. İsmet İnönü, İngiltere Başbakanı Churchill ile Adana’da yapacağı görüşme öncesinde Niğde’ye uğrayıp bu üç cami hakkında bilgi alıp yerinde denetliyor. Savaş bitip herhangi bir sorun kalmadığı anlaşılınca 1947 yılında bütün eserler tekrar İstanbul’a götürülüyor. Bu serüvenin sonucunda akılda kalan, sloganlaşan, siyasi malzeme yapılan konu ne oluyor: “Dinsiz İnönü, camileri kapattı”…

Osmanlı’da “1/3 kuralı” diye bir kanun vardı. Yabancı devletlere kazı yapma müsaadesi veriliyor, bu kazılarda elde edilenlerin 1/3’ü Osmanlı’ya, 1/3’ü kazıyı yapan ülkeye, 1/3’ü de toprak sahibine kalacak halde pay ediliyordu. Kazıyı yapanlar, toprağın sahibine kalan kısmı da satın aldıkları için eserlerin 2/3’ü ülke dışına çıkıyordu. Hatta daha da ileri gidiliyor, bazı kazılarda Osmanlı’nın 1/3 hissesini bile “rüşvet” vererek ya da “hediye” adı altında ülkelerine götürüyorlardı. İkinci Abdülhamid döneminde Bergama’dan götürülen ve halihazırda Almanya’da Pergamon Müzesi’nde sergilenen eserler bu şekilde ülkeden çıkarıldı. Hani klasik sohbetlerde “Avrupalılar tarihi eserlerimizi çaldılar” diye beylik laf ederiz ya, aslında hiç alakası yok. Hepsi padişahların, devlet erkanının izniyle çıkarılmış. Gene İbn-i Sina’nın zamanlar-üstü sözüne dönüyoruz: “Bilim ve sanat, takdir edilmediği yerden göç eder”.

Burada önemli bir isimden bahsetmek istiyorum: Osman Hamdi Bey. Genelde “Kaplumbağa Terbiyecisi” tablosuyla zihnimize kazınmış bir ismin arkeoloji çalışmalarını, ülkeye kattığı önemli değerleri pek bilmiyoruz. Elbette biyografisini anlatmayacağım. Osman Hamdi Bey, bugünkü Mimar Sinan Üniversitesi’nin ve İstanbul Arkeoloji Müzesi’nin kurucusudur. Bunların dışında, yukarda söylediğim 1/3 kuralının ortadan kalkması ve ülkedeki eserlerin yurtdışına götürülmemesi için yeni bir nizamname çıkarılmasına ön ayak oldu. Arkeoloji Müzesi’nin müdürlüğünü yaptığı dönemlerde birçok kazıya iştirak etti. Bunlardan biri Nemrut Dağı’ndaki kazıdır.

Heykelin üzerindeki Osman Hamdi Bey

Bir diğeri ise bırakın Türkiye’yi, dünya arkeoloji tarihinin en değerli eserlerinden biri olarak kabul edilen ve bugün İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde sergilenen İskender Lahdi’nin bulunmasıdır. Lübnan sınırlarında yapılan kazılar sonunda ortaya çıkan ve binbir emekle İstanbul’a getirdiği lahdin Abdülhamit tarafından 2. Willhelm’e hediye edileceğini duyan Osman Hamdi Bey, bunun gerçekleşmesi durumunda intihar edeceğini bildirir ve uzun uğraşlar sonunda lahdin ülkede kalmasını sağlar

Tarihi eser, kültürel miras dediğimiz kavram sadece değerli taşlardan, kitaplardan, yazmalardan, sanat eserlerinden ibaret değildir. Belki bir zeytin ağacı, belki şehrin akciğeri ormanlar, belki nefeslenecek bir yayla, belki minik bir göl de bu mirasın içinde yer alan, korunması gereken değerlerdir. Nasıl ki geçmişte tarihi eserlerin değerleri anlaşılamamış, kimisi tahrip edilmiş, kimisi başka ülkelere götürülmüşse, bugün de kültürel mirasın yok oluşunun başka yüzüyle karşılaşıyor, ülkenin dört bir yanında kendi elimizle yapılan kıyımlara tanıklık ediyoruz. Daha önce şurada Hasankeyf’ten bahsetmiştim:

Burası Trabzon Uzungöl’ün birkaç yıl önceki hali. Şimdilerde şöyle görünüyor:

Ve Rize Ayder Yaylası, öncesi ve sonrası

Nasıl bir yorum yapmalı bu duruma şimdi?

İstanbul başta olmak üzere memleketin bütün silüetini mahveden “taşperest” laz müteahhitlerin yaptığı kıyımı biraz da kendi şehirleri çeksin mi demeli? “Trabzon ve Rize, mevcut hükümetin oy deposu, orada yaşayanlar bu durumdan hoşnut ise bize bir şey söylemek düşmez” düşüncesiyle susmalı mı? Üç-beş Arap para getirecek diye böylesi bir zulüme onay vermeyi akıl almıyor. Ha şimdi bunu söyleyince: “Gelenler Rus, Alman, İngiliz olsa sesiniz çıkmaz. Siz Araplara yani islam’a düşmansınız” diyen imanını cüzdanında saklayan zihin fukaraları çıkabilir de, kim takar onların bu irinli sözlerini!

Nasıl ki geçmişte yapılan hataları üzüntüyle okuyor, döneme tanıklık eden ve ses çıkarmayanlara öfkeleniyorsak; yıllar sonra torunlarımız, onların torunları da bu katliamı durduramadığımız için bizlere kızacak.

Nasıldı o Kızılderili sözü:

Son ırmak kuruduğunda

Son ağaç yok olduğunda

Son balık öldüğünde

Beyaz adam paranın yenmeyecek bir şey olduğunu anlayacak…

İyi Pazarlar…

2 Comments

  1. Sevgili Elif,
    Uzun yillar once, New Yorkdaki Metropolitan muzesini icim aciyarak izledigim zaman seninle ayni duygulari tatmistim. Maalesef ulkemizin gecmisi ve bugunku durumu boyle. Egitim olmayinca olmuyor…

    Sent from my T-Mobile 5G Device
    Get Outlook for Androidhttps://aka.ms/AAb9ysg

    Liked by 1 kişi

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s