Türk ve dünya tarihinde devlet adamlarının, komutanların ikbal, hırs, yanlış bilgi ve donanımı yüzünden kaybedilmiş sayısız savaş biliyoruz. Mesela Osmanlı Devleti’nin yenilmez olduğu mitini yerle bir eden İnebahtı Deniz Savaşı’nda, Osmanlı donanmasının başında bir “kara” askeri olan Müezzinzade Ali Paşa vardı. Haliyle tarihin en büyük deniz yenilgisi yaşanmıştı. Bu savaşta Osmanlı en önemli leventlerini kaybetmiş ve bir daha asla Akdeniz’e hakim olamamıştı. Gene Türk tarihinin en trajik facialarından birinin yaşandığı Sarıkamış’ta da kış şartlarının dikkate alınmaması sonucunda kurşun dahi sıkmadan onbinlerce Türk askeri donarak hayatını kaybetmişti. (Sarıkamış ile ilgili yazımı bu noktada tekrar paylaşmak isterim: https://elifata.com/2020/01/05/sarikamis/)
“Doğa”nın ordulara karşı büyük bir tehdit unsuru olması yeni bir şey değildi. Tarihin en büyük komutanlarından biri olarak kabul edilen Napolyon, 1812 yılında Rusya’ya sefer yaptığında ordusunda 500 bin asker vardı. Yoğun kış şartlarından dolayı çoğu askeri donarak öldü ve kalan 50-60 bin asker ile Fransa’ya geri dönmek zorunda kaldı. Aynı akıbeti yaşayan bir başka ordu ise Nazi Almanyası’nın Wehrmacht diye bilinen ordusu oldu. 2. Dünya Savaşı yıllarında Batı’da büyük zaferler kazanan Almanlar, dünya savaş tarihinin en büyük kara harekatı olarak kabul edilen “Barbarossa Harekatı” ile Ruslara saldırdılar. Almanlar, harekatın ilk aylarında son derece başarılı olsalar da “Rus kışı”nın başlamasıyla ibre tersine döndü ve milyonlarca kayıp vererek saldırı pozisyonundan, savunmaya geçmek zorunda kaldılar.
İkinci Dünya Savaşı sırasında özellikle Almanlar, esir aldıkları savaş mahkumlarını ve kimi etnik grupları kilometrelerce yürüterek yok ettiler. Literatüre “ölüm yürüyüşü” olarak geçen ve 1949 yılında Cenevre Sözleşmesi ile “savaş suçu” olarak kabul edilen bu harekette, esirlere çok az besin verilir ve açlığa, susuzluğa dayanamayan yorgun bedenlerin ölmesi sağlanırdı. Daha fazla yürümeyi reddedenler, dinlenmek için duraklayanlar v.s ya öldürülür ya da işkenceye tabi tutulurdu.
Bu insanlık dışı gibi görünen metodu tabii ki sadece Almanlar uygulamadı. Amerikalılar Kızılderililere, İsrailliler Filistinlilere, Güney Koreliler Kuzeylilere v.s bu eylemi gerçekleştirdi. Ruslar da buna benzer bir uygulamayı “Gulag” kamplarında yaptılar. Hatta o kamp yaşantısına tanıklık etmiş ünlü Rus yazar Aleksandr Soljenitsin, yaşadıklarını “Gulag Takımadaları” adlı kitabında paylaşmış, bu eseriyle Nobel Ödülü’ne layık görülmüş, ödülünü ancak 4 sene sonra alabilmiş, bunun üzerine de Rus vatandaşlığından atılmıştı.
Ruslar, Barbarossa Harekatı sonrasında esir aldığı 60 binden fazla Alman askerini Moskova sokaklarında halka teşhir etmek amacıyla yürüttü. Aslında bu da bir nevi “ölüm yürüyüşü”ydü.

Yürüyüş öncesi Stalin tarafından hazırlanan metin dört bir tarafa dağıtılmış ve Alman esirlerin yürüyüş güzergahında Rus halkının toplanıp izlenmesi istenmişti. Onur kırıcı gibi görünen bir temaşaydı ama sonuçta Alman askerleri de o topraklara öpücük vermek için gelmemişti. Günlerce aç ve susuz bırakılan Alman askerlerine yürüyüş öncesinde “Borş Çorbası” içirildi.

Rusların etki ettiği coğrafyalardan gelme bakıcılarımız sayesinde çok severek tükettiğimiz borş çorbasının ana ögesi lahanadır ve lahananın da bağırsakları çalıştırıcı etkisi olduğu için Alman askerleri o yürüyüş sırasında def-i hacet gerçekleştirmek zorunda kaldılar. Barbarossa Harekatı öncesinde “Alman askeri Moskova’da geçit töreni yapacak” diyen Hitler’in askerleri gerçekten bir geçit töreni yaptı, arkalarından gelen ve sokakları yıkayan arazözler eşliğinde…
5. dk itibariyle izlemenizi tavsiye ederim, bir tarihe tanıklık edeceksiniz..
Daha önce düşüncemi belirtmiştim yine altını çizmek isterim ki: İnsan, bir an olsun herhangi bir devlete tabi olma fikrinden uzaklaşırsa, yeryüzünde yapılmış bütün savaşların anlamsız, manyakça işlenmiş toplu cinayetlerden farkı olmadığını anlar. Bu cinayetlerde insanlık suçu ve ayıplarıyla doludur. İşte o yüzden “ Yurtta Sulh, Cihanda Sulh”
Keyifli bir gün dileğiyle
Sevgilerimle 💖
Elifcim yazının sonundaki ATAmızın “Yurtta sulh cihanda sulh “ sözü tüm kötülüklerin panzehiri aslında …
Habil ve Kabil Adem ve Havva’nın ilk iki oğludur. Kabil, kardeşi Habil’i kıskandığından dolayı ona karşı kin ve nefret beslemiş, en sonunda da kardeşini öldürerek İnsanlık tarihindeki ilk cinayetini işlemiştir. Yeryüzüne saçılan bu kötülük insanlığın başlangıcıyla başlıyor ülkelere tüm dünyaya yayılıyor katmerlenerek günümüzde de devam ediyor .Yüzyıllar boyunca zulmün kötülüğün savaşların en korkunç yöntemleri gelişerek kimlik değiştirip teknolojik ve kimyasal bir güce dönüştü . Covit belası dünyayı esir alırken insanlar nefessiz kalıp yok olmaya devam ediyor .
BeğenLiked by 1 kişi
İnsanlık insanın elinde neler çekmiş okuması bile işkence gibi geliyor,emeğinize gönlünüze sağılık selamlarımla.
BeğenLiked by 1 kişi
Atatürke ve ilkelerine saygısı olmayanların yaptığı hatalar ortada. Bugün Türk askerinin Afganistan’da ve Suriye’de bulunması ve her an tehlike içinde olması hep siyasi ve akıl yoksunu kararlar ve ülkemize getirisi olmayan ama zarardan başka şey değildir.
BeğenLiked by 1 kişi